Yaşam kavramı, bilinci ile diğer canlılardan ayrılan insanın, doğum ve ölüm arasındaki süreci anlamlandırma ve kendi değerlerini başkalarıyla paylaşma çabasıyla tanımlanır. Yaşamı sınırlandıran bir ölüm bilincinin olması, varoluşsal bir perspektifte kendisini ve çevresini özgül bir biçimde yorumlamasına ve yaratmasına imkân tanımaktadır. Bu itki, ölümle beraber sınırlanan yaşamın nasıl daha iyi bir şekilde tecrübe edileceğine dair bir yönelimi içermektedir. Ölümle beraber sonlanmaya yazgılı olan yaşamın sınırını aşma isteği bilimsel ilerlemenin temel amacı olmuştur. Yaşama hakim olma amacı temelde doğayı tahakküm altına alma, hükmetme ve yönlendirme eylemselliğini de barındırmaktadır. Yaşam ve zaman insan odaklı bir çerçeveden ele alındığı için yaşamı ve zamanı sonlandıran ölümü aşma isteği bilimsel düşüncenin temelini oluşturmuştur. Fakat insan hep daha fazla öğrenmeye, gücünün ve aklının sınırlarını zorlamaya çabalayarak, doğaya ve kendi doğasına karşı gelme gayretinin olası sonuçlarını gerçekten düşünerek mi hareket eder? Yaşam denilen olgu başkaları ile paylaşılacak bir ilişkiselliği barındırdığından etik değerler, zamanın yorumlanması, yaşamın anlamı gibi sorular özgül bir bağlamda can bulmaktadır. Mary Shelley’nin Frankenstein ya da Modern Prometheus adlı romanı ele alındığında insanın yaşamını anlamlandırma ve ölüme meydan okuma isteğine dair temel bir amaç işlenmektedir.

Tüm yaşamı boyunca dünyanın gizemini çözmek isteyen Victor Frankenstein, ölüme karşı gelebilmek amacıyla yeni bir canlı türü yaratarak gururlanmak ve bu yeni türün yaşamının kendisine borçlu olduğunun farkında olması uğruna ailesinden ve sevdiklerinden uzak kalarak çalışmalarına yoğunlaşmıştır. Tanrı rolünü üstlenen Dr. Frankenstein, ölü bedenlerin parçalarından yarattığı yaratığı daha ilk anda terk etmesiyle ve ondan tiksinmesiyle hayal kırıklığına uğramıştır ve büyük bir umutsuzluğa kapılmıştır. Yaratıcısı tarafından terk edilen canavar, tüm saflığıyla ve yalnızlığıyla hakkında hiçbir fikri olmadığı, insanlar tarafından kurulan ve yönetilen dünyaya ve topluma uyum sağlamaya çalışırken bulur kendini.

Hayat amacını gerçekleştirmek için kendisini çevresinden soyutlayan Frankenstein, bu yalnızlığı kendisi seçmiştir. Çalışmalarının sonucunda ölüme meydan okuyan ve yeni bir yaşam formu ortaya çıkaran Dr. Frankenstein, yaratımının sonucundan tatmin olmaz. Canavarın hayat bulması ile ortaya çıkan ilk görünüm, bir tiksinme belirtisi şeklinde gelişmiştir. Canavarın varoluşundan kaynaklanan bu tiksinti, doktorun yaratığını isim bile vermeden terk etmesi ile sonuçlanmıştır. Ölümü yenmenin vermiş olduğu tatmin duygusu, yerini başarısızlığa bırakmıştır. Nihayetinde O’nu kendi suretinde yaratmak istemiş ama insandan farklı bir form yarattığı için gerçeklikten kaçmayı tercih etmiştir. Yaratımına ve zamana meydan okuyan emeğini terk etmesi ile Dr. Frankenstein yazgılı olduğu insan gerçekliğine geri dönmüştür. Kendi seçtiği yalnızlığın farkında dahi olmayan Frankenstein, yaratıcısı tarafından terk edilen ve ne kadar istese de fiziksel görünüşü nedeniyle insanlar tarafından dışlanan, korkunç bir yalnızlığa mahkum edildiği için daha da öfkelenen ve acımasızlaşan yaratığının sevdiklerini birer birer öldürmesiyle daha da yalnızlaşarak bu durumdan yaratığını sorumlu tutmuştur. Frankenstein yeni bir yaşam formu oluşturmayı amaçlarken kendi yaratığını yalnızlığa mahkum edip dolaylı olarak sevdiklerinin ölümüne sebep olmuştur. Bunun sonucunda, ölümden kaçmak isterken belki de böyle bir amacı olmasa bu kadar acıklı bir şekilde tecrübe etmeyeceği kayıplar sebebiyle tek amacı kendi yaratığını öldürmek olan bir yaratıcıya dönüşür.

Reklam

Yaratığın kendi çabalarıyla toplum tarafından kabul görme, insanlar tarafından sevilip ilişselliğe girme amacı da Frankenstein’ın amacı gibi hüsranla sonuçlanmıştır.  Ne uzaktan izleyip onlar için odun toplayarak yardım etmeye çalıştığı aile için çabalaması ne de boğulmak üzere olan bir kızı ölümden kurtaması onu mutlu edecek bir sona götürmemiştir. Başka insanları gözlemleyerek dili öğrenen yaratık daha sonra ormanda bulduğu kitaplar aracılığıyla okumayı öğrenmiştir. Dil öğrenmesi ve okumaya başlaması ile kendini ve yaşamı yorumlamaya başlayan canavar, kendi yansıması ile ilk karşılaştığında insanlar tarafından neden kabul görmediğini anlamıştır. Gözlemlediği ailenin Felix, Agatha ve Safie adlı üyeleri birgün yürüyüşe çıktığında kulübeye girerek ona ön yargıyla yaklaşmayacağına inandığı  De Lacey isimli görme engelli yaşlı adamla iletişim kurmayı göze alır. De Lacey konuştuğu yaratığın ürkütücü görüntüsünü göremediği için güzelce sohbet ederlerken yürüyüşten dönen aile fertleri canavarı görür. Felix yaratığa saldırır, Agatha bayılır ve Safie dehşet içinde kaçar. Tüm iyi niyetine rağmen yine reddedilen canavar sinir ve üzüntüyle kaçar. Ertesi gün son bir umutla De Lacey ile iletişim kurma niyetiyle kulübeye yaklaştığında ise taşındıklarını görür. Fiziksel  olarak onlardan tamamen farklı olsa da insanlarda olan intikam iç güdüsüyle hareket eden yaratık, öfkeyle onu incitenlerden öç alma isteğiyle evi yakar. Bunun üstüne boğulmakta olan bir kızı kurtardığı halde insanların kendilerinden farklı olana gösterdikleri  ön yargı nedeniyle vurularak yaralanır. Toplumun dışladığı yaratık tüm bunların sonucunda en az kendisi kadar çirkin ve dengi olan bir eş yaratması için Frankenstein ile iletişime geçtiğinde  eğer bu isteğini yerine getirirse,  eşiyle beraber insanoğlundan uzak kalacaklarının sözünü verir. Frankenstein söz vermesine rağmen canavarın doğasından korkarak daha büyük felaketlere yol açabileceği düşüncesiyle sözünden vazgeçer. Bu durumu gözlemleyen canavar ise Frankenstein’a ondan intikam alacağını söyler.

Bu noktadan sonra Frankenstein’ın da  yaratığın da amacı yalnızca birbirlerinden intikam almaktır. Başta yaratma niyetiyle yola çıkan Frankenstein yaşadığı kayıplar ve mahkum olduğu yalnızlık nedeniyle artık kendi yaratığını yok etmekten başka bir istek duymaz. İnsanlardan umudunu kesip son bir istekle yaratıcısına sığınan yaratık ise yaratıcısını yok etmekten başka bir şeyi amaç edinmez. Tek ortak noktaları birbirlerinden intikam almaya dönüşen Frankenstein ve yaratık birbirlerini Kuzey Kutbu’na kadar kovalar. Roman ıssız kutup bölgesinde ölüme karşı gelmek isteyen Frankenstein’ın yarattığını öldürme uğruna çıtkığı yolda yaralanarak ölmesi, yaratığın ise yaratıcısı ölünce hiçbir amacı kalmadığı için kendisini yok etmek istediğini söylemesiyle biter. Kırılgan insan doğasına karşılık daha güçlü, sarsılmaz ve üst-insan formunda olan canavar, kendisini kabullenebilecek, yaşamına anlam katabilecek ve zamanını anlamlandırabilecek tek insanın ölümü ile beraber telosunu yitirmiştir. Yaşamının amacını kaybeden canavar, eşsiz varoluşuna kendi isteği ile son verme kararı alır. İşte bu karar yetkisi canavarın yaşamının ve zamanının eşsizliğini ortaya koymaktadır. Zamanı ve yaşamı yorumlaması sadece kendi yalnızlığı, yalıtılmışlığı ve potansiyeli üzerinden gerçekleştiren canavar, gerçekliğinin olumsuzlanması ile yaşamının anlamsızlığına mahkûm olmuştur.

Frankenstein ve yaratığının hikayesinde olduğu gibi, insan hiçbir amacı kalmayınca yaşamda bir anlam bulamaz ve anlamsız gördüğü hayatın içinde amaçsız hissetmenin verdiği acıdan kurtulmak için yenmek istediği ölüme sığınacak hale gelir. Ölüm olmadan yaşamın anlamını yitirileceğinin farkında olmamak, kusursuz bir fiziksel dayanıklılığı hedeflemek insanın sıkı sıkı tutunmak istediği hayattan kopmasına sebep olur. Frankenstein aklı, gücü ve ölüme meydan okuyan yaşamı hislere, tutkuya ve ruha tercih ederek, varoluşun yorumunu sınırlandırmıştır. Ölümlü olan insanı kusurlu bulmasına karşılık özünde yine ona benzeyen bir canavar yaratmasıyla hedefine ulaşacağını düşünen Frankenstein, canavarın insan doğasına sahip olduğunun farkına varamamıştır. Buna karşılık duygulanım yaşayan, hisleri olan, kabullenilmek isteyen ve kendi bilincine sahip olan canavar, yaşamının anlamını keşfedemeden varlığına son vermeyi tercih eder. Varoluşuna dair yaşadığı kırılma noktası, yaşamın anlamının yalnızca ölümle gerçekleşebileceğine dair bir inanca sahip olmasına neden olmuştur.

Kaynakça
Shelley. M. (2003). Frankenstein. New York: Bantam Books.

Bu yazı Parrhesia dergisi 2018-2019 dönemi Aralık – Ocak aylarında derginin 6. sayısında yayımlanmıştır.

Ankara Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümü mezunuyum. Kendimi tanıma, insan olabilme, edebiyat aracılığıyla öğrenme ve düşünme konularında gelişmek için çabalıyorum.