“Artık geri dönemem, yitirdiğim çocukluğumu yeniden yaşayamam
Ben zaten baştan beri bir yetişkindim. Hiç çocuk olamadım. 
Bütün o yeteneklerim onlar hep kötüye mi kullanıldı?”
Alice Miller

Son okuduğum kitapta örselenmiş çocukluğum ve ben bir hayli ağladık. Alice Miller, Yetenekli Çocuğun Dramı adlı kitabında çocukluğunu yitiren herkese zor bir okuma deneyimi sunuyor. Eminim kitabı okuyan herkes çocukluğundan en az bir travma ile yüzleşecektir. Çünkü her çocuk, büyürken ebeveyni tarafından az ya da çok yara (travma) almıştır. Bu kaçınılmaz bir süreçtir.

Var olma sebebi anne/babası olan bir canlının tutup da anne/babasını suçlu ilan etmesi elbette ki varoluşa ters bir olgudur. Bu durum insanın ambivalans (ikili duygu durumu) yaşamasına sebep olur. Bir yanda seni var edene minnettarlık öbür yanda senin varoluşunu örseleyene duyduğun öfke. İki duygunun da müsebbibi aynı kişi. Zihin bu çelişkili, rahatsızlık veren duygu durumundan muhakkak kurtulmak ister. Alice Miller tam da bu sebeple çocukluğumuzun acılarını bilinçten ittiğimizi ve gerçekliği yadsıdığımızı söylüyor. Bu acıyla yüzleşmek o kadar zordur ki, bununla yüzleşmektense her türlü acıyı çekmeye razıyızdır.

Çocukken fiziksel ya da duygusal ihmal edildiğini, istismara uğradığını kabul etmektense kişi; kendinden kuşku duymayı, kendine acı çektirmeyi, kendini değersiz ve yetersiz görmeyi tercih eder. Elbette ki herkesin kendine özgü bir acı çekme yöntemi olacaktır. Madde bağımlılığı veya sapkın gruplara bağlılık bunun en uç örneği olmakla birlikte; bunalım, boşluk duygusu, kendine yabancılaşma vb. bedellerle bu acıyla baş ederiz. İşin aslı insan farkında olmasa da kendi varlığını inşa edemediği her an acı çekmektedir. Kendi varlığını inşa etmenin önündeki engel ise çocuğa bakım veren kişi/lerdir.

Reklam

“Varoluşun ilk anından başlayarak ‘o sıradaki hali ile ve olduğu gibi’ kabul edilip ciddiye alınmak çocuğun doğuştan gelen bir temel ihtiyacıdır.” diyor Alice Miller kitabında, pek çoğumuz takdir edersiniz ki ‘olduğu gibi’ kabul görme ihtiyacından yoksun bırakılmıştır. Çünkü insan yavrusu başta yumuşak bir çamur (dini metinlere göre varoluşun kaynağı) iken, çevresi tarafından hep şekil verilerek yavaş yavaş katılaşıp bugün ki halini almıştır. Oysaki insan kendi özünü ancak kendi istediği şekilde var ettiğinde potansiyeline ulaşacaktır.

“İnsan sadece kendisinden beklenen türde davranışlar sergilediğinde, insanın gerçek benliğinin gelişmesi mümkün olamaz.”

Çocuk bakıma muhtaç ve aciz olduğundan anne ona ne verirse çocuk ‘o’ olacaktır. Anne ile bebek arasındaki bu ilişkiyi en güzel şekilde Winnicott anlatmıştır. Bebek dünyaya gözlerini açtığında kendini ilk kez annesinin göz bebeğindeki yansımada görür. Orada sevgi dolu bir bakış varsa, sevgiyi öğrenir; kaygı varsa, dünyanın güvenilmez bir yer olduğunu öğrenir. Zamanla anne/baba sadece duygularını değil, düşünce sistemlerini ve çocuğun nasıl davranması gerektiğini de yavrusuna zerk eder. Örneğin; Çocuk iyi bir davranışta bulunduysa anne sevgisini göstererek yavrusunu ödüllendirir. Şayet anneye göre çocuk olumsuz bir davranışta (ağlama krizleri, tepinme) bulunduysa veya olumsuz bir duygu yaşıyorsa (öfke gibi) anne beden diliyle yahut sözlü olarak çocuğuna, böyle yaparsa sevilmeyeceğini ifade eder.  Sonuçta çocuk sevginin koşullu olduğunu öğrenir.  Nihayet çocuk; duygu, düşünce ve davranış bakımından anne babasının istek ve ihtiyaçlarına göre şekilleneceğinden Miller’ın ifadesiyle ‘sahte kimlik’ geliştirmiş olacaktır. Çocuk kendi duygularına göre hareket etmekten o kadar yoksun kalır ki kendine yabancılaşır.

Miller’a göre sağlıklı benlik; hissedilen duyguların ve isteklerin kendi benliğine ait olduğundan kuşku duyulmamasıdır. Oysaki yukarıda da bahsedildiği üzere hepimiz az ya da çok duyguları manipüle edilerek büyütüldük.

Burada bir parantez açmak istiyorum. Anne/babalar da doyurulmamış ihtiyaçları olan canlılardır. Neticede onlar da bir zamanlar çocuktu. Bu yoksunluk örüntüsünün nesilden nesile aktarıldığını unutmayalım. “Nihayet bir gün yetişkin, ancak duygusal ihtiyaçları karşılanmamış birer anne/baba olduklarında, yoksunluğunu çektikleri onay ve kabulü kendi çocuklarından ikame edebileceklerdir.” Anne babanın içindeki bu örselenmiş benlik, evlat sahibi olduğunda nihayet öfkesini, acizliğini yöneltecek somut bir obje bulmuş olacaktır. Anne/baba nihayet kendi güçsüzlük duyguları ile baş etmek için, duygusal ve fiziksel olarak kendinden güçsüz olan yavrusunu kurban seçmiştir.

Bu kadar karamsar bir tablo çizen yazarın amacı nedir peki derseniz, Alice Miller gerçek yüzleşmenin insanı özgürleştirdiğini düşünüyor. Yanılsamalardan sıyrıldığımızda gerçek duygular ve gerçek benliğimiz ortaya çıkacaktır. Çocukluk yıllarında açılan yaraları tanırsak, bugün kendimize şefkatle bakmayı öğreniriz. Şefkat ise hatalarımıza ve başarısızlığımıza rağmen benliğimizi kabul etmemize yardımcı olur.

“Kişisel geçmişimizle yüzleşebilirsek; bu yüzleşme geçmişe bakışımızı çarpıtan yanılsamaları ortadan kaldırmamıza ve berraklık sağlamamamıza yardımcı olur.”

Yaşamın ilk yılları, geri dönülemez yaralarımızın açıldığı yıllar olsa da yitirilen çocukluğu keşfedip, kaybını kabullenmekle başlıyor her şey.  Belki çocukluğumuzu yaşayamadık, yaralar aldık, kendiliğimiz örselendi ama geç de olsa kaybedilen çocukluğun yasını tutmak zorundayız. Çünkü kayıplarımızdan sonra yas tutarız. Yas tutmadan bunalım bitmez. Bunalım ortadan kalktığında ise yaratıcılık ve canlılık gelir. Yas bittiğinde kendini yeniden inşa etmeye, gelişmeye ve dönüşmeye, şefkatle duygularımızı anlamaya devam etmek dileğiyle…

Dipçe: Alice Miller’ın bu kitabını okumaya başlamamla eş zamanlı olarak, bu sitenin da kurucularından olan sevgili arkadaşımın tavsiyesiyle Nihan Kaya’nın (yazar, psikolog) Youtube videoları ile de tanışmış oldum. Kendisi Alice Miller ile çok benzeşen düşüncelere sahip. Belki de kitabı okumadan önce bu videolara göz atmak istersiniz. Düşünce ve duygu dünyama olan katkılarından dolayı iki yazara da minnettarım.

Kaynakça: Miller, A. (2011). Yetenekli çocuğun dramı.(Çev. E. Avşar). İstanbul: Profil Kitap

Marmara Üniversitesi mezunu bir psikolojik danışman olarak kendi hayatımı anlamlandırma sürecimde keşfettiklerimi paylaşıyorum.

1 Yorum

  1. Nefis bir yazı! Bazı hususlara katılmasam da genel olarak bu yazının yazarının kendi cümlelerini pek çok açıdan duyarlığıma yakın buldum. Kısa ama muhtevası dolayısıyla âh çektiren bir yazı olmuş. Olsun.

Yoruma kapalı.