İlk ilişkilerimizi anne-babalarımızla kurarak hayata başlarız. Dolayısıyla ilişkide sınırlar ilk defa çocukken öğrenilir. Çocukluğumuzda ebeveynlerimizle kurduğumuz etkileşimler sayesinde diğer sosyal ilişkilerimiz de şekil alır en çok da romantik ilişkilerimiz. Çift terapisti Harville Hendrix’e göre, partner seçerken bilinçdışındaki bazı yaşantılardan etkileniriz. Dahası, ebeveynlerimizle kurduğumuz ilişkiler büyük ölçüde bilinçdışındaki karar alma süreçlerini ve ilişkide sınırlar koymayı belirler.

Aşkı Yaratan Genelde Eski Beyindir

          Öncelikle, beynimizin evrimsel sürecini anlamak ilişkilerimize ışık tutacaktır. “Yeni beyin”, planlama, akıl yürütme gibi mantıklı tarafımızın ağır bastığı süreçleri yöneten beynimizin en son evrimleşen üst kısmı. Ancak partner seçerken bu kısım neredeyse hiç belirleyici değil. “Eski beyin” ise duygularımızın hâkim olduğu daha çok hayatta kalma ve kendini güvende hissetme gibi önceliklerin yönetildiği kısım. Dolayısıyla eski beyin bize aşık olduğumuzu söyleyen tarafımız. Aşk sadece güç, cesaret ve tutkuyla değil güvende hissetmekle de özdeşleşen bir duygudur.

          Peki eski beynimiz bunu nasıl yapar? Bizi yetiştiren ebeveynlerimizin öne çıkan özelliklerini eski beynimiz vasıtasıyla partnerimizde bulmaya çalışırız. Çünkü eski beyin çocukluğumuzda anne-babamızla kurduğumuz ilişki tarzını yeniden kurgulamak ister. Bunu yaparken de niyeti, çocuklukta aldığımız yaraların iyileşmesine hizmet edecek ortamı yaratmaktır. Aslında eski beynimiz hala güvende olmadığımızı düşünmekte ve “doğru” partnerle beraber güvende hissedebileceğimize dair bir güdüyle karar vermektedir.

          Yeni beyniniz partnerinize âşık olmanızın nedenini mantıklı bir şekilde genç, güzel/yakışıklı, saygın ya da başarılı olmasına bağlar. Fakat aslında olan eski beyninizin, partnerinizi ebeveynlerinizle karıştırmasıdır. Yani, eski beyniniz çocukluk yaralarınızı iyileştirecek birini bulduğunuza dair, tartışmaya oldukça açık bir düşünceyle sizi adeta manipüle eder. İlişkinizin yeni beynin süzgecinden geçip geçmediğini anlamak için ilişkide nasıl sınırlar koyduğumuzu incelemek işe yarayabilir. Ancak partnerlerden birinin “yapışkan” diğerinin ise “yalıtan” olduğu senaryolarda eski beyin ilişkinizi yönetiyor demektir.

Yapışkan ve Yalıtan İlişki Tarzları

          Küçük bir çocukken anneniz sizi sürekli göz önünde ve kontrol altında tutmaya çalışan biri miydi? Yeni bir şey denemek istediğinizde keşif sürecinizi engelliyor muydu? Kaygılı bir ebeveyn genelde çocuğunu korumak adına onun gelişmesini sekteye uğratır. Çocuk da annesinin kaygısından etkilenerek özerk davranışlar sergilemekten korkar hale gelir. Anne de kaygısını yatıştırmak adına çocuğunu kendine bağımlı hale getirdiğinin farkına bile varmaz. Bu kaygı halini yönetmek için çocuğunun bireyleşmesini sabote eder.

          Bundan dolayı, çocuk anne tarafından yutulma korkusu geliştirir ve etrafındaki insanlara karşı “yalıtan” birine dönüşür. Başkalarıyla yakınlaşmaktan endişe duyar. Farkında olmadan onları kendinden uzaklaştırır. Çocuklukta yaşayamadığı bağımsızlık deneyimini, yetişkinliğinde kısa süreli yüzeysel ilişkilerle tamamlamaya çalışır. Tek bir insana bağlanmaktan çekinir, hatta korkar. İlişkinin mesafesini istediği gibi ayarlamak için harcadığı çaba derin bağlar kurmasının önüne geçer. Bu kişilerde sınırlar yalıtıcı bir şekilde konur.

          Bazı ebeveynler ise tam tersi çocuklarını adeta dışlarlar. Bu çocuklar kendilerini o kadar görünmez hissederler ki ufacık bir ilgi gözlerini parlatmaya yeter. Anne-babanın ihmaline maruz kalan bu çocuklar, terkedilme duygusunun altında ezildikleri için gelişimleri sekteye uğrar. Reddedilmeyi neredeyse kanıksayarak büyüyen bu çocuklar, sevgiye aç “yapışkan” bireylere dönüşürler. Bunlar yalnızlığa katlanamayan, her şeyi partneriyle beraber yapmak isteyen, onsuz kaldığında terkedilme duygu ve şemaları alevlenen kişilerdir. Bu yüzden bu kişilerde ise sınırlar yapışkan bir tarzda konur.

          Belki etrafınızda dikkatinizi çeken ilişkilerde ya da kendi ilişkinizde fark etmişsinizdir. Bu bahsettiğimiz “Yalıtan” ve “Yapışkan” bireyler eski beynin yönetimi altında birbirlerini partner olarak seçerler. Yani ebeveyni “yapışkan” olan kişiler, tıpkı ebeveynleri gibi onlara yapışan birine âşık olurlar. Böylece bitmeyen bir kedi-fare oyunu başlar. “Yalıtan” kişi kendine bir alan açmak isterken “yapışkan” olan taraf ise bundan dolayı kendini terk edilmiş hisseder. Çünkü anne-babası tarafından görmezden gelinen kişiler, ironik bir şekilde yine kendilerini “yalıtan” birini seçerler. Yalıtan kişi de anne-babasının yapışkan ebeveyn tarzını benimseyen bir partneri tanıdık bulur ve ona aşık olur. Öbür yandan da bu yapışkanlık onu rahatsız eder. Yine de “Bildiğim cehennem bilmediğim cennetten iyidir.”

          Elbette, bu çözümsüz bir sorun değil. Eski beynimizle ilgili farkındalığı artırmak için çift terapisi almak, çocuklukta yarım kalan işleri bitirmenize yardımcı olabilir. Böylece partnerinizle anne-babalarınızdan daha farklı ilişkiler kurmayı öğrenebilirsiniz. Anne-babalarınızdan alamadıklarınızı partnerinizden beklemeyi bıraktığınızda, ilişkinizin sınırlarını daha kolay çizebildiğinizi görmeniz işte bile değil. Yeter ki hayatınıza farkındalık katın ve değişim için acı çekme riskini alın.

Kaynak

Hendrix, Herville (2014). Hak Ettiğiniz Aşkı Yaşayın: Çiftler İçin Bir Rehber. Sistem Yayıncılık.