Kaynak: Khoa Võ / pexels

          Öğrencilerime ve danışanlarıma stresin vücudumuz üzerindeki etkisini anlatırken sık sık arkadaşımın başından geçen sarsıcı deneyimden bahsederim. Altgeçitte karşılaştığı yabancı bir adam, adres sormak bahanesiyle arkadaşımın pantolon fermuarına elini uzatmıştır. Neyse ki tehlike karşısında bedeninin görevini yerine getirmesine izin verdi. Bu sayede arkadaşım bu saldırıdan zarar görmeden kurtulmayı başarmıştı. Bedeninin stres hormonlarını salgılamasıyla beraber kasları güçlendiği için zayıf görünmesine rağmen arkadaşım ani ve şiddetli bir tekmeyle duvara çarpacak derecede adamı kendisinden uzaklaştırabilmişti.

Stresin Nörofizyolojik Hikayesi

          Böyle anları bu ciddiyette olmasa da ara ara hepimiz yaşarız. Beynimizin duyguları yöneten kısmındaki amigdala, tehdit algıladığında bedenimize çeşitli komutlar verir. O esnada bir nevi hayatta kalma moduna geçeriz. Karaciğer yağ ve şekeri kan akışına gönderir. Nefes alışımız derinleşir, çünkü kalbimizin kan pompalamak için daha fazla oksijene ihtiyacı vardır. Bu sayede kaslarımıza yağ ve şeker daha hızlı ulaşır. Kortizol ve adrenalin gibi stres hormonları kaslarımızın ve beynimin enerjiyi daha verimli kullanmasına yardımcı olur.

          Stres hormonları duyularımızın algı düzeyini maksimuma çıkarır. Çünkü hayatta kalmak söz konusu olduğunda beden mevcut enerji potansiyelini harcamak konusunda oldukça cömerttir. Adrenalin sayesinde kulaklarımız daha keskin hale gelir. Göz bebeklerimizi büyür ve odaklanmamız gereken her neyse ona yönelik algımız netlik kazanır. Bununla beraber, o esnada hayatta kalmamıza yardımcı olmayan bütün veriler, duyu organlarımız tarafından göz ardı edilir. Fotoğraftaki odaklanma modu gibi arka fondaki ayrıntıları flu görmeye başlarız.

          Zihnimiz dikkatimizi vermemiz gereken bir sorun olduğunu göstermek için kontrolü adeta eline alır. Bu noktada otonom sinir sistemi devreye girer. “Otonom” olarak adlandırmamızın nedeni ise istemsiz olarak bu sistemin devreye girmesidir. Çünkü o anlarda istemli bir tepki vermek için düşünecek kadar vaktimiz olmaz. Beynimizin düşünen ve plan yapan üst kısmı o esnada son derece işlevsiz ve hantal bir zamazingodan ibarettir. Bu nedenle beynimizin daha ilkel ama deneyimli kısmı, bilgiç tarafını devre dışı bırakır. Bedenimiz bu konuyu tartışmaya kesinlikle kapatmıştır. Bize ve beynimizin entelektüel kısmına asla bir söz hakkı vermez.

Kronik Stresin Bilinçli Farkındalıkla Dönüşümü

          Öbür taraftan, zihnimiz otonom sinir sistemi devreye sokarak yersiz durumlarda da stresin üretilmesi bizi yormaya devam edebilir. Kronik olarak yaşadığımız bu stres yüzünden sürekli bir tehdit altındaymış gibi yaşarız. Bu noktada zorlayıcı duygu ve düşüncelere takılı kalarak potansiyel gelişim fırsatlarını kaçırmamız işten bile değildir. Çünkü risk almak gelişmenin önemli bir şartı iken zihnimiz konfor alanında güvende hissetmekle yetinmek isteyebilir. Öbür yandan otomatik şekilde ortaya çıkan bu düşünce ve duygularla mücadeleye girmek de enerjimizi boşu boşuna tüketmeye devam eder. Bazı kronik stres anlarının kontrolümüzün dışında geliştiğini kabul etmek ise onları bilinçli bir farkındalıkla incelememize imkan sunabilir.

          Evrimsel süreçte zihnimizin önceliği her zaman güvenlik olmuştur. Güvende olduğumuzu hissedene kadar duygusal beynimiz stres hormonlarını salgılamaya devam eder. Eğer bu güvende hissetmeme hali o andaki “kaç ya da savaş” tepkisiyle çözülemiyorsa ve bu zorlayıcı duruma takılıp kalıyorsak kronik stresin etkilerini yaşıyoruz demektir. Modern hayatta canımıza kast eden birileri olmasa da varlığımızın tehdit altında olduğunu hissettiğimiz anlar azımsanamayacak derecede fazla. Patronumuzun eleştirisi, yeterince güzel veya başarılı olmama düşüncesi, sosyal olarak kabul görmeme, yalnız kalma endişesi veya sınav kaygısı fiziksel olarak değilse de varlığımızı tehdit altında hissettirir.

          Bizi zorlayan duygu ve düşüncelere takılı kaldığımızda, onlardan kaçarak ya da onlarla nafile bir savaş haline girerek çözüm ararız. Bu yaklaşım kısa vadeli de olsa sorunu çözmemize yardımcı olur. Ancak uzun vadede değerlerimizden kopuk yaşamanın bedelini ödemeye devam ederiz maalesef. Çünkü pek çoğumuzun tecrübe ettiği gibi ne onlardan kaçmak ne de onlarla mücadele etmek zihnimizi tatmin eder. Bu zorlayıcı anlara bilinçli farkındalıkla yaklaşmak ise onların üzerimizdeki etkisini azaltabilir. Böylece değerlerimizle tekrar bağ kurmamız için bir fırsata kavuşuruz. Böylece zihnimizin bize dayattığından çok daha ötesinde bir güce sahip olduğumuz gerçeğine kucak açabiliriz.

Kabul Etmek Özgürleştirir

         Bilinçli farkındalığı uygulamanın temelinde kabullenme yatar. Misafir olarak bizi ziyaret eden duygu ve düşünceleri onları sevmesek de içeri davet ederiz. Sonrasında dertleri neyse merakla dinleriz. Böylece bir misafir gelir, diğeri gider. Herhangi bir yargı ve tepki göstermeden meraklı bir dedektif veya bilim insan gibi onları incelemeye devam ederiz. Elbette, bunu yapmak başta zor geleceği için küçük adımlarla ve kısa sürelerle başlamak en iyisi.

         Zor anlara fizyolojik olarak acı tepkisi üreten beynimiz otonom sinir sistemini devreye sokmak ister. Böylece sizi o acıdan kurtarmaya çalışması normaldir. Sizi koruma ve kurtarma çabasından dolayı zihninize teşekkür edip o zor anı deneyimlemeye devam edin. Bu sayede bilinçli farkındalığın özünden fayda görmeniz daha kolay hale gelecektir.

         Daha ayrıntılı bir rehber için şuraya bakabilirsiniz. Ayrıca, bilinçli farkındalığı uygulamayı bir aile alışkanlığı haline getirmek için şu yazıya bakabilirsiniz.