Varoluşçu Psikolojinin kurucularından olan Viktor Frankl , İnsanın Anlam Arayışı kitabında kurusucu olduğu logoterapi ilkelerini  İkinci Dünya Savaşı esnasında bir toplama kampında geçen bir olay örgüsü üzerinden okuyucuya verir. Bu olaylar çerçevesinde hayatın anlamı nedir? Dünyada bu anlamı kişiler nasıl bulur? sorularına yanıt arayarak hepimizi bu açıdan bakmaya davet eder.

Bu yazıda Viktor Frankl ‘ın toplama kampı örneklemi üzerinden tüm hayatı, insanların bu hayatta nasıl yer bulduklarını ve onu nasıl anlamlandırabildiğini, kitabın bölümlerinden aldığım bazı çarpıcı alıntılarla inceleyeceğim.

“Gerçekte sigara içme ayrıcalığı, haftalık bir kupon kotasına sahip Kapolar’a ya da atrepo veya atölyede usta olarak çalışan ve yaptıkları işler karşılığında birkaç sigara alan tehlikeli tutuklulara aitti. Buna tek istisna yaşama iradesini kaybeden ve son günlerinin ‘tadını çıkarmak’ isteyen tutuklulardı. Dolayısıyla kamp sakinlerinden birisinin kendi sigarasını içtiğini gördüğümüz zaman, devam etme direncine olan inancını kaybettiğini anlardık ve bir kez kaybedilince, yama iradesi bir daha kolay kolay kazanılmıyordu.”

Kamp içerisinde sadece belirli kişilere tanınan bir avantaj olan sigara içme, belirli durumlarda belirleyici etmen olarak gösterilmiş. Örneğin burada verilen örnekte yazar, kişinin yaşam iradesini kaybetmesinin doğurduğu sonucu bu şekilde aktarmış. Kişinin inancını kaybettiğini, doğrudan bir söz yerine o alanı paylaşan kişilerin ortak oluşturduğu bir dil üzerinden ifade edişini gözlemliyoruz.

 “Olsa olsa iki yüz kişiyi alabilecek şekilde inşa edilmiş bir barakaya bin beş yüz tutuklu tıkıştırılmıştı. Üşüyorduk, karnımız açtı… Ancak barakalardan sorumlu kıdemli tutsakların, gelen partiden birisiyle, platin ve elmaslardan yapılma bir kravat iğnesi için pazarlık yaptıklarını duydum. Karın çoğu sonunda içkiye yatırılıyordu… Ayrıca, SS tarafından neredeyse sınırsız miktarda içki sağlanan başka tutuklular grubu vardı.”

Bu kısımda değinmek istediğim, tamamıyle dış dünyadan ve geçmiş yaşamından soyutlanan bu tutukluların altın bir kravat iğnesinden gelecek içkiye bel bağlamış olmaları. Takas edilen şeyin içki olması buradaki acıların yahut içinde bulunulan çaresizliğin  afyonlarla bastırılma ihtiyacıdır. Kişi kaygıyla yüzleşmek yerine burada olduğu gibi zihnin etkinliğini azaltan aktiviteye yönelir. Yazarın bahsettiği sınırsız içkinin sağlandığı diğer gruplarsa gaz odalarına yollanan daha ağır şartlarda olan tutukluların olduğu görülür.

toplama kampı ile ilgili görsel sonucu

 “Eski tutuklulardan birinin güvenini kazanmaya çalıştım. Sinsice yanına yaklaşarak, paltomun iç cebindeki kağıt tomarımı işaret ettim ve ‘Bakın, bu, bilimsel bir kitabın el yazması. Ne diyeceğinizi biliyorum; yaşadığım için minnet duymam gerektiğini, kaderden sadece bunu bekleyebileceğimi söyleyeceksiniz. Ama yapamam. Bu kitabı ne pahasına olursa olsun korumam gerek; bu benim hayatımın çalışması anlıyor musunuz?’ Evet, anlıyordu. Önce acıyarak, derken alaycı ve yaralayıcı bir tavırla sırıttı ve kamp sakinlerinin dağarcığında kesinlikle bulunmayan bir kelimeyle cevap verdi: ‘Bok!’ O anda açık gerçeği gördüm ve ruhsal tepkimin ilk evresinin doruk noktasını yaşadım: Geçmişimin tamamını dışarıda bırakmıştım.”

Burada tutukluluğun ilk zamanlarında kinin bu durumu kabullenemeyişi ve bir ümit içerisinde hala geçmiş yaşantısındaki şeyleri devam ettirme davranışını görüyoruz. Kişiler henüz kendi hayatlarından zihnen kopamamakla irlikte duruma içsel bir direnç göstermekte. Yazarın kendi örneğinde de görüldüğü gibi tutukluluğun ilk aşaması olan şok evresi kişinin olayları kavrama evresinin en doruk noktası kabul ediliyor.

“Birisi yaralı olduğu için ya da belki de ödem veya ateş yüzünden birkaç gün kamp içinde hafif işlerde çalıştırılma umuduyla revire başvurur. Kar içinde saatlerde hazır ol vaziyette bekletilen, kampta ayağına göre ayakkabı olmadığından çıplak ayakla
çalışmaya zorlanan on iki yaşında bir çocuğun revire getirildiğini görmek onu etkilemez. Çocuğun parmakları donmuştur ve doktor elindeki pensle, çocuğun kangren olan morarmış parmak uçlarını keser. Tiksinti, dehşet ve acıma:Bu olayı izleyen tutuklu artık böyle şeyler hissetmez.”

Bu alıntıda görüldüğü gibi bir duygunun en son raddede yaşanması o duyguya dair olan geleceği yok eder. Örneğin buradaki gibi acıma dehşet ve tiksintinin bir arada olduğu yüksek bir duygulanım durumundan sonra bu tutukluda da görüleceği gibi kişi bundan sonraki yaşamında bu veya bu düzeydeki olaylar karşısında tepki gösteremez. İlk şok sürecinden sonra içinde bulunduğu ortama mükemmel bir uyum sağlamış olur.

toplama kampı doktor ile ilgili görsel sonucu

“…Gardiyanın bende yarattığı acının nedeni hakaretler ya da dayak değildi. Pejmürde, bir deri bir kemik önünde duran ve belki de ona insanı ancak bulanık şekilde anımsatan bu figürü tek kelime söylemeye, hatta küfretmeye bile değer görmemişti. Bunun yerine, oyun oynarcasına yerden bir taş alıp üzerime attı. Bu bana cezalandırılmaya bile gerek duyulmayacak kadar az ortak şeye sahip olunan bir yaratığın, bir yabani hayvanın dikkatini çekmek için başvurulan bir yöntem gibi geldi.”
Bir süreç içeresinde kamp yaşamında insanların insanlıktan çıktıkları tabiri caizse hayvanlar gibi davranmaya başladıkları; açlık, hakaretler ve bunun gibi pek çok şeye maruz kaldıkları için insanlığa dair fiziksel ve ruhsal yanları kaybettiklerine vurgu yapan Viktor Frankl bu kısımda onu acıtan şeyin hakaret değil bir insan kategorisine alınmaya bile değer görülmeyen bir şekilde gördüğü muamele olduğunu belirtiyor. İnsanların çeşitli nedenlerle girdikleri bu ortam bir süre sonra kişinin kendi iç dünyasına ve yalnızlığına yönelmesine, neticesinde de kendisini soyutlamasına neden oluyor.

“Görünürde önemsiz olan bu öyküyle, katılaşmış gibi gözüken bir tutukluda bile içerlemenin alevlendirebildiği durumlar olduğunu anlamak istedim; bu, acımasızlığın ya da fiziksel acının değil, bunlarla birleşen aşağılanmanın yarattığı bir içerlemedir.”

Bu alıntıda özellikle değinmek istediğim şey kişi fiziksel anlamda yaşadığı ve yaşayabileceği tüm ağır olaylara, şiddete maruz kalmayı yadsımıyorken insanlığına aykırı sözlü bir tacizde katılaşmış gibi görünmesine rağmen nasıl bir acıyla karşılık verebileceğidir. Fiziksel olarak her ne kadar insan formundan kendini uzaklaşmış görse de iç dünyasında hala kabullenemediği bazı duygu durumları mevcuttur.

auschwitz toplama kampı fotoğrafları ile ilgili görsel sonucu

“Benzer şeyler yaşamayan birisi, açlıktan ölmek üzere olan bir insanın yaşadığı, ruhu yok eden o zihinsel çatışmayı ve irade gücünün ezilişini kolay kolay kavrayamaz… cebindeki ekmek parçasına yumuşakça dokunmasının, ilk önce donan parmaklarıyla ekmeği okşamasının, sonra bir parçasını ağzına atıp, kalanını kendi kendine öğlene kadar saklama sözü vererek son irade kırıntısıyla tekrar cebine koymasının nasıl bir şey olduğunu kolay kolay anlayamaz.”

Aklıma gelen ilk şey bu kadar çaresiz ve zor bir durumdayken bile insanoğlunun yaşamdaki ümidini kaybetmiyor olması. Açlıktan ölmek üzere olan bir insanın hala o ekmeği pay edip sonraki bir öğün olarak düşünebiliyor olması. Bu kişinin içindeki iradenin ne kadar zayıflarsa zayıflasın kaybolmasının çok zor olduğunu gösteriyor. Ayrıca da geçmişteki yaşantısında belki de hiçbir zaman sahip olduğunun bilince olmadığı şeylerin esasında ne kadar önemli olduğunu da göstermiş oluyor.

 “Gerçek: İnsanın özleyebileceği en yüksek hedef, sevgidir. O anda, insan şiirinin ve insan düşünce ve inancının vermesi gereken gizin anlamını kavradım: İnsanın sevgiyle ve sevgi içinde kurtuluşu. Dünyada hiçbir şeyi kalmayan bir insanın bir an için de olsa, sevdiği insana ilişkin düşüncelerle ne kadar mutlu olabileceğini anladım…”

Viktor Frankl fiziksel ve zihinsel yaşam zorlandıkça bireyin tinsel yaşama yönelmesi ve çektiği acıları tinsel bir yaklaşımla hafifletmesini ele alan bu paragrafta kişinin dayanma gücünü sevdiği insanın hayali, belki de sadece seviliyor olduğunu bilme duygusundan aldığını belirtiyor. Tinselliğe yönelimin kişinin içinde bulunduğu acının derinlerine inip iç zenginliğe ulaşmada yardımcı olduğunu vurguluyor.

İlgili resim

“Tutuklunun içsel yaşamı daha çok yoğunlaşma eğilimi gösterdikçe sanatın ve doğanın güzelliği, o ana kadar hiç olmadığı şekilde yaşanıyordu… yolculuk sırasında sevk vagonunun küçük, telli penceresinden, günbatımında parlayan doruklarıyla Salzburg Dağları’na bakarken birisi yüzümüzü görseydi, bunların, bütün yaşam ve özgürlük umutlarını yitirmiş insanlar olduğuna inanmazdı.”

Uzun süre tutsak olmanın fiziksel zihinsel yandan eksilerinin yanında bireyin tutsaklık sürecinde doğaya, gökyüzüne, dağlara nasıl hasret kaldığına ve tüm bunların bile bir özlem sebebi olabileceğine değinen Viktor Frankl , kimi zaman bu manzaranın bile insan yaşamaya nasıl heveslendirdiğini tüm o ümidini kaybetmiş insanların yüzlerindeki ifadeden anlaşılabileceğini söylüyor. İnsan her ne kadar çaresiz olursa olsun en ufak bir ayrıntı bile onu yaşamda ümitlendirmeye yetiyor.

“Bir toplama kampında sanata benzer bir şeyin olduğunu keşfetmek, dışarıdan birisi için yeterince şaşırtıcıdır, ama kampta bir de mizah duygusu olduğunu görmek çok daha şaşırtıcı olacaktır; elbette bu, mizahın ancak solgun kırıntısı olabiliyor… Mizah kendini koruma savaşında ruhun başka bir silahıydı.”
Mizahın bu durumda görülmesinin başlıca sebebi kişinin birkaç saniyeliğine de olsa bir durumdan uzaklaşarak bu durumun aşılmasını sağlayabilmesindendir. Mizahın grup içerisinde yerinin olması da tüm tutsakların bu çıkmazdan birkaç saniyeliğine de olsa düşünmeden uzaklaşma arzusundandır.

auschwitz toplama kampı fotoğrafları ile ilgili görsel sonucu

 “Daha önce öncelik taşıyan kendini ve en yakın arkadaşlarını yaşatma meselesiyle ilgili olmayan her şeyin değerini nasıl kaybettiğini anlamıştım. İnsanın kişiliği, savunduğu bütün değerleri tehdit eden ve kuşkuya boğan zihinsel bir çalkantıya yakalanmasına neden olan bir noktaya geliyordu. Artık insan yaşamının değerini ve insan onurunu tanımayan, kişiyi iradeden yoksun bırakan ve imha eden bir dünyanın etkisi altında kişisel ego sonunda değerini kaybediyordu.”
Burada Viktor Frankl ‘ın değindiği nokta tüm bu vurucu davranışların hız kesmede devam etmesinin neticesinde insan zihninin artık çalkantılı bir döneme girdiğinden ve insan olma bilincini yitirip kişisel egosunu kaybettiğidir. Bir süre sonra insaniyet duygularını yitirerek sadece iradeden yoksun bir varlık (yazar koyuna benzetiyor) gibi davranmaya başladıklarını söylüyor.

“Özgürlüğümüze kavuştuktan aylar sonra, eski kamptan bir arkadaşa rastladım. Kamp polisi olarak ceset yığınlarının arasında bir parça insan eti arandığını anlattı. Ateşin üzerinde bir kazanda gördüğü insan etine el koymuş. Kampta yamyamlık başlamış. Tam zamanında ayrılmışım.”

İnsanın özünün ve içgüdüsel davranışının istemsiz olarak ortaya çıktığı bir örnek veriyor Viktor Frankl bize. Burada anlatılan olayda insanlar kesinlikle açlık güdüsüyle hareket ederek insan olma duygularına erişemiyorlar. Tamamiyle açlığın vermiş olduğu düşünememe durumuyla yamyamlığa başlıyorlar. Kişinin özünde aslında nasıl bencil olduğunu ve hayatta kalma uğruna her şeyi yapabileceğini görüyoruz.

auschwitz toplama kampı fotoğrafları ile ilgili görsel sonucu

“Tutukluların çoğunda aşağılık kompleksi vardı. Hepimiz bir zamanlar ‘birisiydik’, şimdi ise bize kesin anlamda birer hiç gibi davranılıyordu…Kapolar, aşçılar, ambar görevlileri ve kamp polisleri, kural olarak tutukluların çoğunluğu gibi kendilerini aşağılanmış hissetmiyorlardı. Aksine yücelmiş duygusunu taşıyorlardı.”

Tutukluların aşağılık kompleksi hissetmelerinin nedeni dış dünyada hepsinin toplum içerisinde bir role sahipken tutsaklık süresince hiçbir şey olarak hissetmeleri. Buna karşın dış dünyadaki görevine devam eden birkaç grubun yücelmiş duygusu taşımalarıysa, belki de sosyal yaşam içerisinde denk olamayacakları insanlara karşı şartlar dahilinde bir üstünlük elde etmiş olmalarıdır.

 “Bu genç hanım birkaç gün içinde öleceğini biliyordu. Ama bunu bilmesine karşın oldukça neşeliydi. ‘Kaderin beni böylesine ağır bir şekilde ezmesine minnettarım’ dedi.’Daha önce şımarık bir insandım ve tinsel başarıyı ciddiye almıyordum.’”
Buradaki genç kadının ölecek üzere olmasına rağmen neşeli olmasının sebebini insanları tinsel anlamda başarıya ulaştırmasına bağlıyor. Karakter üzerindeki etkin değişimi ve tinsel anlamda doyumu acının insana kattığı bir artı yön olarak ele alıyor. Kişiyi olgunlaştırdığından bahsediyor.

auschwitz toplama kampı fotoğrafları ile ilgili görsel sonucu

“Yeni gelenlerden oluşan uzun bir sırada, istasyondan kampa kadar yürüyen tutuklulardan birisi, daha sonra, kendi cenaze töreninde yürüyormuş gibi bir duyguya kapıldığını anlattı bana.”

Bu alıntıdan yapabileceğimiz çıkarım: kişi kendi dış dünyasından kendi geçmişinden uzaklaştığı sürece aslında bi nevi ölmüş sayar kendini. Çünkü dışarıda sahip olduğu her şeyi bırakıp gelmiştir ve bir ‘hiç’ olarak sonunu bilmediği bir yerde süresini bilmediği bir zaman kadar her şeye katlanacaktır ve bu kişinin ölümünden farksız bir durumdur esasında.

“Geleceğe olan inancını yitirince, manevi bağını da yitiriyordu; kendi çöküşüne, ruhsal ve fiziksel çöküşüne göz yumuyordu. Bu da genellikle, deneyimli kamp sakinlerinin belirtilerini bildirdiği bir kriz halinde, birdenbire ortaya çıkıyordu.”

Kişinin geleceğe olan inancını kaybetmesi, manevi anlamda inandığı ve dayandığı belki de hayal ettiği tüm şeylerin bir anda uçup gitmesi anlamına gelir. Çünkü başka bir örnekte de belirttiğim gibi manevi olarak verilen ‘sevgi’ hatta yalnızca ‘sevilme duygusu’ bile pek çok şey için bireyi ümitlendirirken tüm bunların bir anda sonuçsuz kaldığını gören kişi bir krizin içine girer. İçinde bulunduğu anormal durumda bu davranış normal kabul edilir.

Meral Güner
İstanbul Kültür Üniversitesi 17’ mezunu bir psikolojik danışmanım. Her zaman insan ilişkileri, insan davranışları, duyguları ve sebeplerine çok ilgi duydum. Çocukken ebeveynlerimin davranışlarını anlamlandırmaya çalışarak başlayan bu yolculuk, ergenlikte kendimi ve nihayetinde insanı anlama ve anlamlandırmaya vardı. Bu yolda olmayı severken bir yandan yolu paylaşmayı, yolda öğrenmeyi ve bu yolda olabildiğince kalmayı amaçlıyorum.