İlk nefes, ilk ses ve ilk temas ile dünyaya gözlerimizi açar; bir bakım veren eşliğinde, belki çekirdek veya geniş bir ailenin içinde hayata başlangıç yaparız. Annenin gözünde, bakış ve ifadelerinde kendilik varlığımızı ve ötekilerin varlığını görmeye başlar; dünyayı keşfetmeye ve var olmayı tanımaya çalışırız. Kendiliğimizle ve yaşamla tanışma sürecimizde ihtiyaç duyduğumuz ruhsal ve bedensel kapsayıcılığı ise en yakınımızdan, bakım verenlerimizi içeren aile biriminden sağlarız. Kapsanıp korunduğumuz, beslenip büyütüldüğümüz, düştüğümüzde kaldırıldığımız, ilk doyumu ve ilk hayal kırıklığını yaşadığımız, kurallar ve sınırlarla tanıştığımız ve nihayetinde pek çok ilk deneyimi edindiğimiz sosyal birim olan aile, ilk gerçekliğimizdir, yaşamımızın başlangıç noktasıdır; evimizdir.

Sağlıklı birey kavramına ilişkin gerçekleştirdiği konuşmasında Winnicott, ruhsal gelişim ve olgunlaşmada bireyin doğuştan gelen ve genetik kodlarla aktarılan özelliklerinin yanında, doğumu sonrasında içine girdiği ve “yeterince iyi” niteliğinde olabilecek bir çevrenin de etkili olduğunu belirtmektedir (Winnicott vd., 1990). Bebeğin ihtiyaçlarının karşılanması, yeterince iyi bir çevresel donanımla mümkün olmaktadır. Winnicott bu çevresel donanımı “kucaklayıcı çevre” (holding environment) olarak tanımlamakta; temelde annenin bebeğin ihtiyacını hızlıca anlayarak karşılamasıyla oluşan ikili etkileşimden ve babanın bu işlevlerin daha rahat ve hızlı gerçekleşmesini sağlamasıyla oluşan bütünleyici işlevinden oluştuğunu belirtmektedir. Böylece kucaklayıcı bir çevrenin desteğiyle, bebeğin varoluşu da süreklilik gösterir; bebek kendilik duygusunu ve olgunlaşma süreci içinde bütünleşmeyi deneyimler. 

Winnicott’ın bütünleşme olarak tanımladığı durum ise, bebeğin artık birey konumuna geçişini ifade etmektedir. Bireyin yaşam deneyimlerinin de neticesinde sahip olduğu tüm duygu ve düşüncelerinin sorumluluğunu alabilme kapasitesini içerir (Winnicot vd., 1990). Böylece, bütünleşmiş olmak, aynı zamanda sağlıklı gelişimle ve sağlamlıkla da ilişkilendirilmiştir. Bu kapsamda kucaklayan çevrenin, yani bakım verenin de dahil olduğu ailenin yeterince iyi olması varoluşun devamlılığını sağlamakta; bebeğin bütünleşmiş bir birey olarak gelişimine ve sağlamlığına destek olmaktadır. 

Kucaklayan çevrenin ilk bakım verenlerden oluşan bir aile birimi olması, bir sistem olarak ailenin de bütünleşme durumu, sağlığı ve sağlamlığı üzerine düşündürmektedir. Sağlıklı bir aile, her bir aile üyesinin bireysel sağlığı ve dayanıklılığını içerdiği gibi, bir sistem olarak ailenin de işlevselliğini ve dayanıklılığını içermektedir. Bu kapsamda ortaya çıkan aile dayanıklılığı kavramı, klinik ortamda gerçekleşen bir çalışmanın bulguları neticesinde şekillenmeye başlamıştır (Walsh, 1996). Walsh tarafından gerçekleştirilen çalışmada, psikiyatrik tedavi gören bireylerin, bir aile büyüklerinin vefatı esnasında dünyaya gelmiş olma ihtimallerinin, sağlıklı sayılabilecek genç yetişkinlere göre daha yüksek olduğu bulunmuştur. Bu durum, bakım verenler için yası ve ebeveynliği bir arada yürütmelerini gerektiren zorlayıcı bir yaşam deneyimi olarak tanımlanmıştır. Bu zorlu deneyimle başa çıkmada hem bireysel dayanıklılığın hem de aile dayanıklılığının yeterli olmadığı bir durumda, bebek için yeterince iyi bir çevre sunulamamış olma ihtimali düşünülebilir ve bu durum olası ruh sağlığı bozukluğunun açıklayıcılarından biri olarak değerlendirilebilir. Buna karşın araştırma bulguları arasında, kontrol grubunda da yas ve ebeveynlik sürecini eş zamanlı deneyimlemiş olan ailelerin bulunduğu; ancak bir “aile birimi” olarak, yaşanan bu zorlu deneyimin üstesinden gelmeyi başardıkları yer almaktadır. Bu noktada, kriz durumları ile başa çıkabilecek kaynaklara sahip olan ailelerin, bebekleri için kucaklayıcı ve yeterince iyi bir çevre sunabildiği; böylece bebeğin ruhsallığında varoluş sürekliliğini sağlayarak yetişkinlik yaşamında da sağlıklı bir ruhsallığın ve psikolojik dayanıklılığın kapısını açtığı söylenebilir. 

Ailenin dayanıklılığı, işlevsel bir sistem olarak ailenin karşılaştığı zorlayıcı yaşam deneyimleri ile başa çıkma becerisi ve yararlanabileceği kaynaklar şeklinde tanımlanmaktadır (Walsh, 2016). Aile üyelerinden birinin yaşadığı bireysel zorluğun tüm aileyi etkileyebileceği gibi, bir krizden doğrudan etkilenmeyen üyeler de aile sistemi içerisinde bu durumun yaşanma biçiminden ve verilen cevaplardan etkilenebilmektedir. Aynı şekilde, bireysel dayanıklılığın aile dayanıklılığına katkı sağlaması gibi, bir birim olarak ailenin dayanıklılığı da her bir üyenin bireysel dayanıklılığını artırmaktadır. Kısacası aile dayanıklılığı, yaşamda karşılaşılan krizlerin tüm aile üyeleri üzerindeki bireysel etkilerine, aile içi ilişkiler üzerindeki etkilerine ve aile sistemi üzerindeki etkilerine aracılık eder ve bu durum, dayanıklılığın çok boyutlu, dinamik ve etkileşimsel doğasından kaynaklanır (Walsh, 2016). Bu kapsamda, yaşamda dahil olduğumuz ilk grubun aile olduğunu, ve ailenin bir birim olarak sahip olduğu özellikleri kendi içimizde de yaşayabilir ve taşıyabilir olduğumuzu bilmek önemlidir. Nitekim Winnicott, kapsayıcı çevre ile, bireyin kendilik oluşumunda bakım veren ile ilişkisine, baba figürünün destekleyici işlevine, hatta akrabalar, arkadaşlar, öğretmenler gibi daha geniş bir sosyal çevrenin desteğine atıflarda bulunmuş; yaşanan zorlukların üstesinden gelinebilecek bir sistem desteği olduğunu belirtmiştir. Böylece dinamik bir aile süreci içinde strese set çekerek, güçlü yanlara odaklanarak ve sahip olunan kaynakları seferber ederek yaşanan kriz durumları ile baş edilebilir ve olumlu tonda uyum sağlanmış olunur.

İnsanın büyüme yönünün dışarıdan içeriye doğru olduğunu belirten varoluşçu bakış açısı da; aile biriminin iyi oluşu ve dayanıklılığının, üyelerin ruhsal sağlamlığını, sıkıntılı süreçlerden kaynakları doğrultusunda iyileşerek ve gelişerek çıkabilmesini tanımlayıcı niteliktedir. Bunun için, bireysel düzlemde aile sistemi içindeki varlığımız ve her bir bireyin oluşturduğu aile birimi, sürekli etkileşim halindedir. Biliyoruz ki yaşam yolculuğu, pek çok fırtınalı süreci ve kriz durumunu da beraberinde getirir. Bir ailenin bu zorlukları nasıl karşıladığı, stresi nasıl yönettiği ve kriz sonrası yaşama nasıl devam ettiği, birey birim ve aile birim düzeylerinde uyum sağlamayı etkileyecektir. Bir sistem olarak ailenin, sahip olduğu kaynakları en etkin şekilde kullanması, stres etkenleri ile baş etmesi, kendini ve üyelerini onarabilme kapasitesi dayanıklılığının göstergesi olmaktadır. Bireysel dayanıklılığın tohumları da bu birim içinde atılabilmektedir; çünkü aile, dünyada sahip ve dahil olduğumuz ilk gruptur, başlangıç noktamızdır.

Kaynaklar

Walsh, F., (1996). The concept of family resilience: Crisis and challenge. Family Process, 35(3), 261–281. 

Walsh, F., (2016). Strengthening family resilience (3nd ed.). New York: Guilford Press.

Winnicott, D., Winnicott, C., Shepherd, R. and Davis, M., (1990). Home Is Where We Start From. New York: Norton.

Duygu Çaylı
İstanbul Bilgi Üniversitesi'nden mezun bir psikoloğum (2015). Psikanalize ve sanata ilgi duyuyor, ruhsal deneyimlerimize temas ettiği yerler üzerine düşünmeyi seviyorum. Kendimizle karşılaşmalarımızı suskunlukla geçiştirmemek için yazıyı araç kılacak, Psikogözlük'te olacağım.