Ruh ve bedeni ayrı varsaymak, insanın temel dilsel zaaflarından biri olduğu düşünülüyor artık. Beden ve ruh/zihin/bilinç diye iki ayrı varlıktan tıp dünyasında söz etmek pek de mümkün değil. Yine biz daha kolay kavramak adına ruh sağlığının beden üzerinde mutlak etkilere sahip olduğunu söyleyebiliriz. Yani ruhumuzu iyileştirirsek bedenimiz de da sağlıklı hale gelecektir. Çünkü temelde sürekli tetikte olan stresli ruh hali biyolojik olarak bedenimizi yorar. Diğer yandan da ruh/zihin/bilinç bedenle bir bütün halinde yaşamlarımızı olumlu/olumsuz etkiler. Peki zihin-beden bütünlüğünü gösteren kanıtlar nelerdir?

1) Kronik Stres Bağışıklığımızı Zayıflatır

         Bir kısa mesafe yarışı için pistte bekleyen atletleri düşünün. Bu atletler konumlarını alırlar ve “Hazır ol!” komutunu beklerler. Bu esnada böbreküstü bezleri stres hormonlarını vücutları ihtiyacı olan yerlere hızlı koşmaları için gönderir. Gündelik yaşadığımız kronik stresi hiç bir zaman “Başla!” komutu alamayacağımız yarışlara benzetebiliriz. Bedenimiz stresle dolup taşar ancak bu enerjiyi kullanacağımız bir mücadele veya kaçış alanı yoktur. Sürekli “Hazır ol!” komutunda beklemek bedenimizi ve zihnimizi yorar ve bizi psikosomatik hastalıklara açık hale getirir. Stres anlık olarak gerekli olsa da sürekli olunca bedenimizin bağışıklığını zayıflatır.

2) Sağlığımız Algılarımızdan Etkilenir     

         Bir grup hastaya önerilen hapın yan etkisini belirtirken istatistiki ifadeyi pozitif çerçeveden tasarlıyorlar: “Muhtemel yan etkilerden biri uyuklama olabilir. Yaklaşık 100 hastadan 27’si bu hapı alınca uyuklama isteği hissediyor.” Diğer grup hastaya ise negatif çerçeveleme yapıyorlar: “Muhtemel yan etkilerden biri uyuklama olabilir. Ancak 100 hastadan 73’ü bu uyuklama yan etkisini yaşamıyor.” Pozitif çerçevelemenin etkisi yine pozitif oluyor. Böylece aynı istatiksel anlamı taşısa da 73 sayısını duyan hastalar daha az uyuklama haline giriyorlar. Yüzde 73 ihtimal tersten aynı anlamı taşıyan yüzde 27’den daha yüksek algılanıyor.

3) İstatistiki Bilgiler Yanıltıcı Olabilir

         Paleantolog ve yazar Stephen Jey Gould için 1985’te ölümcül bir kanser teşhisi konur. Bu hastalıkla alakalı derin bir araştırmaya giren Gould, istatiksel bir araştırmaya bakınca ortalama sekiz aylık ömrü kaldığı bilgisine ulaşıyor. Ancak bu orta noktada yoğunlaşan bir grafiğin uç kısmında sekiz aydan çok daha fazla yaşayan insanların ağırlıkta olduğu sola çarpık bir dağılımı olduğunu fark ediyor. En çok sekiz ay yaşayıp ölen insanlar varken az da olsa 18-20 yıl yaşayan kişiler olduğunu anlıyor grafiğe baktığında. Yani, ortalama rakam düşük görünse de Gould, çok daha uzun yaşayan uçtaki kişilerden biri olmanın tesellisine tutunuyor. Gerçekten de ameliyat ve deneysel kemoterapi sonrasında, ilk hastalığından farklı olarak akciğer kanseri sebebiyle öldüğü 2002’ye kadar yaşamaya devam ediyor. Eğer sekiz ay ortalamasına bağlı kalsaydı umudunu kaybedecek ve belki de gerçekten de daha kısa bir ömür sürecekti.

4) İnançlar Sağlığımızı Manipüle Eder

         Geleneksel tıbba inanan Çinliler, doğum yılının belli bir organdaki hastalık dolayısıyla ölecekleri düşüncesiyle gerçekten beklenenden 4-5 yıl erken ölürler. Buna inanmayan ve aynı hastalık-doğum yılı kombinasyonuna sahip Çinli ve Avrupa kökenli Amerikalı insanlarla karşılaştırılınca bu kültürel inancın ne kadar güçlü bir plasebo etkisine sahip olduğunu gösterir. Kendi içlerinde bu kehanetin gerçek olduğunu görmeleri inançlarını daha da pekiştiriyor. Biz de kültürel olarak ıslak saçlarla rüzgara çıkmamayı öğrendik. Bundan dolayı hasta olacağımıza inandığımız için gerçekten de hasta hissettik. Ancak Kore kültüründe ıslak saçlarla rüzgara çıkmak büyük bir keyif olarak yaşanıyor. Biz ise hasta olacağız stresiyle gerçekten de hasta oluyoruz. Soğuk klimanın altına rahatça girmemiz bir Koreliye göre oldukça zor.