Çocuk sahibi olmak için pek çok motivasyon olduğunu söyleyebiliriz. Bunların çoğu bilinçdışında olduğu için anlaması zordur. Ancak durup incelediğimizde, çocuğumuzdan beklentilerimiz ve onu şekillendirme isteğimizin altında yatan gerçekleri fark edebiliriz. Bilinçli olarak rasyonel ve duygusal olarak masum motivasyonlarımız olabilir. Bilinçaltında ise işler daha farklı yürüyordur belki de. Bu yüzden ebeveyn olmanın karanlık taraflarıyla yüzleşmek bizi daha iyi bir ebeveyn yapabilir. Gölgemizle farkındalıklı bir ilişki kurmak adına bu meseleyi 4 farklı açıdan değerlendirmeye çalışacağım.

1) Çocuklarımızı Proje Olarak Görmek

         İngiltere’de erken okuma öğrenme programlarına bakınca, okumayı daha geç öğrenen Avrupa’daki diğer ülkelere kıyasla okuma becerileri ironik bir şekilde daha düşük çıkıyor. Erken başlamanın dezavantaj getirmesini beklemezsiniz. Ancak çocukların beş yaşında okumayı öğrenmiş olmalarının daha başarılı akademik hayat geçirdiklerine dair herhangi bir kanıt bulunmuyor. Bilakis, çocukları erkenden akademik gelişime zorlamak, onların öğrenme merak ve motivasyonlarını olumsuz etkiliyor. Akademinin ön planda olduğu anaokullarında yetişen çocuklar, oyun bazlı okullara kıyasla daha fazla sınav kaygısı yaşıyorlar, yaratıcılıkları daha düşük oluyor ve okula daha olumsuz bir şekilde algılıyorlar. Bütün hayatları beklentilerle şekillenen ve aksi halde kabul görmeyeceği korkusuyla büyüyen çocukların başarılı ve sağlıklı bir hayat sürmelerini bekleyemeyiz. Tabi ki istisnalar vardır. Erkenden okumayı öğrenmek için merak ve hevesle yaklaşan çocukları engellemek de en az zorlamak kadar sakıncalı olabilir.  

2) Özerklik: İnsanı Geliştiren Temel Güç

         Yapılan bir araştırmada, çocuklara “Doggy” adlı üzgün bir kukla tanıtılır. Çocuklar üç gruba ayrılır ve kuklayla paylaşmaları için onlara birer çıkartma verilir. Birinci gruptaki çocuklara isterlerse çıkartmaları kendilerine saklayabilecekleri ya da kuklaya verebilecekleri söylenir. İkinci grup ise ya araştırma görevlisine ya da kuklaya vermek zorundadır. Son grubun ise zorunlu olarak çıkartmayı kuklaya vermesi gerekmektedir. Sonrasında aynı çocuklara üçer çıkartma daha dağıtılır ve çocuklar istedikleri kadarını paylaşma konusunda özgür bırakılır. sonuç olarak, en çok çıkartma paylaşan çocukların özerklik hakkı tanınan ilk gruptan çıktığı gözlemlenir. Çocuklarımızı paylaşımcı (veya herhangi baş bir konuda erdemli) bir insan yapmak için onları yönlendirmeden sadece seçim şansı sunmanı esas olduğunu kabul etmek zor, ancak doğru olan bu. Özerklik bir çok erdem ve becerinin ortaya çıkmasını sağlayan temel bir ihtiyaç. Elbette çocuklara sınırsız bir şekilde istediklerini yapma hakkı vermekten bahsedemeyiz. Bu da en az özerkliğe saygı duymamak kadar olumsuz bir etki yaratacaktır.

3) Çocuk Yaparak Ölümsüz Olabilir miyiz?

         Yapılan bir deneyde, katılımcılara “yourstar.com” diye bir site aracılığıyla ödeme karşılığında isimlerini öldükten sonra bir yıldıza verebilecekleri söyleniyor. “Evrensel Yıldız Komitesi” ile beraber isminizin kalıcı olarak verileceğine dair bir güvence de sunuluyor. Deney sonucunda, katılımcıları ölümleriyle alakalı olarak düşünmeye sevk ettiklerinde bir yıldıza isim vermeye ve daha fazlasını ödemeye istekli oldukları tespit ediliyor. Ölüm korkusu hayatımızı doyasıya yaşayamadığımızın temel göstergelerinden biri. Çocuk yapmanın da ölümsüzlüğün sembolik bir temeli olduğunu söyleyebiliriz. Çocuklarımızı tam da bu yüzden şekillendirmek ve belli yönlere kanalize etmek istiyoruz. Böylece dünyaya bir miras bırakmış olmanın gururuyla ölüm korkumuzu yatıştırıyor olabiliriz. “Bütün kötülüklerin temelinde yaşanmamış hayatlar vardır.” der ünlü psikanalist Eric Fromm. Bu noktada çocuğumuza yaptığımız müdahalelerin ne kadarının kötülük olduğunu sorgulamakta fayda var.

4) Çocuklarımızın Bağlılığını İstismar mı Ediyoruz?

         Eğer bebek annesinin karnında en az üç yıl yaşayabilseydi, anne-babaya ve topluma olan muhtaçlığı azalacaktır. Bu görüş ünlü Doğu mistiklerinden Osho’ya ait. Çünkü evrimsel süreç gereği halihazırda erken doğan varlıklarız. Bu da bizi doğar doğmaz yürümeye başlayan pek çok memeli hayvandan daha aciz kılıyor. Anne-baba sevgisi ve bakımı olmazsa hayatta kalamıyoruz. Dolayısıyla korku duygusunun egemenliği altında hayata gelen varlıklarız. Bebek doğarken ve insan ölürken temel duygu korkudur. Bu da bizi topluma ve kültüre bağımlı hale getirir. Böyle bir senaryoda bağımsız bir birey olmak cesaret isteyen bir erdemdir. İşte tam bu noktada anne-babalarımızın yaptığı hatayı tekrarlamayarak çocuklarımızın bireyselleşmesi adına elimizdeki gücü istismar etmekten sakınmalıyız. Çünkü onları kendi ideallerimiz ve beklentilerimiz doğrultusunda şekillendirme çabası, ters bir etkiyle topluma daha fazla bağımlı ve olgunluktan uzak yetişkinler meydana getirir.