Yeni bir şehre taşınırken, bir arkadaşımızla aramız açıldığında, ilk çocuğumuzu kucağımıza aldığımızda, üniversiteye başladığımızda aklımıza takılanları bir bilene sorarız ve genelde bu bilen daha önce bizim içinde olduğumuz tecrübeyi daha önceden yaşamış olan kişi olur. Hayatlarımız ne kadar kendine özgü olsa da ortaklaştığımız, deneyimlerin kesiştiği anlar da hatrı sayılacak kadar var. Bir başkasının o yolu nasıl gittiğini dinlemek kendi yolumuzu, kafamızdaki ihtimal senaryolarını çizerken işimize yarar. Yakınlarda bana bu hisleri yaşatan bir podcastle tanıştım: Merdiven Altı Terapi. “Eskiden diş çekiyordum, şimdi reklam yazıyorum.” diyerek kendini tanıtan Deniz Dülgeroğlu, podcastinde bugüne kadar yaşadığı deneyimlerini, travmalarını, terapiden öğrendiklerini, hayat boyu üzerine kafa yorduğu konuları anlatıyor. Benim de benzerini yaşadığım durumlarda ortak bir acıyı duydum, bambaşka bir yaşantıda kendimi onun yerine koydum ve anlamaya çalıştım. Özetle, anlattığı hikayeler üzerinden ben de hayatıma baktım. Peki, deneyim aktarımı diye anacağım bu hikayelerin nasıl bir gücü var da böylesine yolumuzu açıyor?
İnsanlar olarak dünyayı hikayeler aracılığıyla kavramaya meyilli olduğumuzu biliyoruz artık. İlk insan toplulukları gün sonunda bir ateşin etrafında toplanarak birbirlerine yaşadıklarını, deneyimlerini, tavsiyelerini aktarıyorlardı. Bizler de bu ihtiyacı yine kendi sosyal çevremizle ya da facebook gruplarında, atölyelerde, TEDx konuşmalarıyla, podcastlerle gideriyoruz bu günlerde. Sosyal bilişsel kuramı ortaya atan Bandura(1), kişiliğin gelişiminde doğrudan deneyimin yanında başkalarını gözlemleyerek öğrendiklerimizin de önemli yer tuttuğunu söyler. Bir yaşantıyı arzulamak ya da ondan kaçınmak için bazen tanık olduğumuz yaşantıları, başkasının başına gelenleri referans alabiliriz. İlk insan topluluklarında öğrenme kaynağı olan kabileleri gibi kısıtlı sayıda insanken, bugün tanımadığımız, hatta bazen yüzünü bile bilmediğimiz başkaları olabileceğini tekrar vurgulamak istiyorum.
“İnsanlar belirsizlikten her zaman nefret etmiştir ve çağlar boyu öncelikle dinsel ya da bilimsel olmak üzere bazı açıklamalar getirerek evreni bir düzene oturtmayı amaçlamıştır. Bir görüngünün açıklanması kontrolüne yönelik ilk adımdır. Bir volkanik patlama eğer gücendirilmiş bir tanrının işiyse sonuçta en azından tanrının memnun edilmesi umudu vardır.” (2)
diyor Yalom. Hikayeler doğası gereği yol gösterici dedik. Dahası, profesyonel bir yardım biçimi olan terapilerde de kendine hep yer bulmuştur. Gerek bireysel psikoterapide gerek grup terapisi gibi yapılandırılmış formlarda hikaye danışanların iyileşmesine katkı sunmak amacıyla kullanılır. Benim de Merdiven Altı Terapi’yi, her ne kadar dinleyiciler olarak bir yuvarlağın etrafında bir arada oturmasak da, grupta söz alan bir katılımcıyı dinler gibi hissettiğim oldu. Irvin Yalom’un grup terapisinin iyileştirici etmenleri arasında saydığı umut aşılama, evrensellik, bilgi aktarmak, benim podcastle ortaklaştırdığım noktalar.
“Birçok hasta benzersiz bir pişmanlık içinde oldukları, bir tek kendilerinin kesinlikle ürkütücü ve kabul edilemez sorunları, düşünceleri, dürtüleri ve fantezileri olduğu yolunda huzursuz edici düşüncelerle terapiye başlar. “ diyerek insanın kendini tuhaf bulması üzerine gözlemini aktarıyor Yalom. Kimsenin bir diğerinin karanlığına, sırlarına vakıf olamadığını düşündüğümüzde bir haklılık payı varmış gibi görünen bu kaygılar aslında doğru değil. Sadece bu çok derinlerde olan parçalarımızı çoğunlukla bizler de zamanla keşfediyoruz ve hayatımızdaki herkesle paylaşmıyoruz. Genellikle bir elin beş parmağını geçmeyecek sayıda insan, ruhunuzun siyahlarını, beyazlarını ve grilerini biliyor olsa gerek. Bu yüzden bir başkasının hikayesinde maskelerinin ardındaki diğer ihtimalleri görmek, gülen yüzünün yanında acı çektiği anlar olduğunu bilmek bizi karşımızdakiyle insan olmak paydasında buluşturuyor. Mesela Deniz Dülgeroğlu, “Karanlık ihtiyaçlarımı nasıl bastırırım?” bölümünde elindeki “dark necessities” dövmesinden, kendi karanlık ihtiyaçlarından bahsederek belki bir yerlerde kendini “tuhaf” ve “yalnız” hissedenlere ben de buradayım ve sizdenim diyor. Ki podcaste sosyal medyadan gelen dönüşlerde buna benzer mesajlar da gördüğüm oldu.
Yaşadığımız pek çok his aslında evrensel ve insan olmakla o hisleri yaşamaya yazgılı oluyoruz ancak böyle içsel meseleler üzerine pek konuşulmuyor. Halbuki Yalom şöyle diyerek bir başkasının yaşantısında evrenselliği duymanın iyileşmeye katkısının tekrar altını çiziyor:
“Terapi grubunda, özellikle erken evrelerde, hastanın teklik duygularının giderilmesi güçlü bir rahatlama kaynağıdır.”
Bazı durumlarda duygudaşlıktan ziyade kimi deneyimlerin nasıl sonuçlandığını bilmek de bilgilendirici ve umut verici olabilir. Mesela “İşimden nefret ediyorum, mesleğimi değiştirmeliyim?” bölümünde Deniz Dülgeroğlu, dişçilikten reklamcılığa geçmeye karar verdiği zamanları, yaşadığı zorlukları, o zamanlarda nasıl hissettiğini, cesaretini, korkularını, şu an nasıl bir durumda olduğunu anlatıyor. Bu şekilde radikal bir kararın evresinde olanlar için bir emsal teşkil etmesininin iyi etkisi olacağını varsaymak çok olağan. Yine Yalom, belirsizlikten doğan kaygının çoğu kez hastalığın kendisinden daha fazla hasar verdiğini aktarıyor. Burada hastalık yerine zorlayıcı bütün yaşantıları da koymak yanlış olmaz.
Öte yandan, günlük hayatta belki ayrıca adlandırmaya gerek duymadığımız, “Aa bana da şöyle olmuştu” diyerek geçemeyeceğimiz kalıcı deneyimler için ortak hikayeler daha kıymetli hale geliyor. Örneğin kronik hastalıklar, psikolojik rahatsızlıklar, engel durumları, kanser vb. gibi insanın hayatını toptan etkileyen deneyimlerde ne kadar anlama iddiasında olsak da ateş düştüğü yeri yakıyor ve bacaları ortak islerle kararanlar birbirlerini daha iyi anlıyorlar. Bu sebeple deneyim aktarımı içeren psikolojik destekler bu tarz gruplar için insan olmak paydasında buluşmaktan daha öte bir ortaklık sağladığı için çok faydalı oluyor.
Herhangi bir hastalığı olan insanların hikayelerle olan ilişkilerine bakılan bir makalede (3), fiziksel iyileşmeden ziyade arkadaşlık, iş, hobiler gibi harici yaşam alanlarına biomedikal tedavinin katkı sunamadığını aktarılıyor. Bu gruplarla yapılan çalışmalarda kullanılan hikayelerin kendilerini hastalığın getirdiği değişime adapte edebilmelerine katkı sağladığı vurgulanıyor. Deneyim aktarımı ve hikayeler ile iyileşme konusunda benzer bir örnek de: Ruanda Soykırımı. Soykırımdan sağ kalanlar “Umut Mesajı” isimli bir programla travmatik bir yaşantıya maruz kalmalarının ardından hayatlarını nasıl sürdürebildiklerini gelecek kuşaklara anlatıp kolektif bir iyileşme sağlamayı hedeflemişler.
“Benim gibi olan insanlara her şeyin mümkün olduğunu söyleyen bir umut mesajı getirdim,
çünkü en zor zamanlar ardımızda kaldı.”
Rachel, Ruandalı bir hayatta kalan. (4)
Deneyim aktarımı ve hikaye paylaşımı, psikiyatrik rahatsızlıklar özelinde de değeri gün geçtikçe fark edilen bir alan. Avrupa’da ve Amerika’da daha çok akran desteği adıyla rastladığımız bu çalışmalar belki yabancı dizilerdeki Adsız Alkolik gibi gruplarla tanıdık gelebilir. Akran destek modeli, özetle benzer süreçlerden geçen kimselerin birbiri ile deneyimlerini paylaşmasının iyileşme yolculuğunda tedaviye ek güçlü bir destek olduğunu savunur. (Türkiye’de bu alandaki çalışmalara öncülük eden İyi Sosyal Kooperatif Girişimi’nin blogunu inceleyebilirsiniz.)
Ezcümle, her birimizin hayatı eşsiz birer hikaye. Hayatı da kendi hikayelerimizi yazarak ve başkalarının hikayeleriyle yer yer kesişerek ve çokça gözlemleyerek yaşıyoruz. Bu yazıyı hikayelerimizi daha yüksek sesle anlatmayı, birbirimizi duymaya daha hevesli olmayı, belki biraz ağlamayı, ardından gelen kabulü ve ayağa kalkma çabalarını teşvik etmek için yazdım. Umarım hikayeniz dilinizin ucuna kadar gelmiştir, kim bilir belki bir diğerine umut ve ayna olur.
Kaynakça:
(1) Banu Yazgan İnanç & Esef Ercüment Yerlikaya – Kişilik Kuramları
(2) Irvin Yalom – Grup Terapisinin Teori ve Pratiği
(3) https://www.tandfonline.com/doi/abs/10.1080/17437199.2010.543385
(4) https://jspp.psychopen.eu/article/view/290
Kolayca okunan, zihin açan güzel bir yazı olmuş. Elinize emeğinize sağlık.?