Duyarlılık ne olup olmadığı konusunda ayrımı yapılması en zor kavramlardan biri olabilir. Çünkü kimine göre duyarlı olan bir davranış diğerine göre aşırı toleranslı gelebilir. Duyarlı olmak istismar edilme ihtimali üzerine olumsuz çağrışımlar bile yaratabilir. Mesela, bir çocuğun hatalı davranışının kökeninde yatan ihtiyacı anlamak dışarıdan müsamaha gösterme olarak görülebilir. Biz de bazen sırf böyle bir algı vermemek adına duyarlı yönümüzü dinlemekten uzaklaşır ve sert bir tavır göstermeyi daha doğru zannedebiliriz. Peki bu ayrımı nasıl yapabilir ve kendimize yakışan bilinçli tavrı nasıl seçebiliriz?
Duyarlılık ve Sahtekarlık Sendromu
Yetkinlik düzeylerine kıyasla özgüvenleri zayıf olan kişiler sahtekarlık sendromuna yakalanmış olabilir. Bu kişiler yeteneklerini olduğundan daha küçük görürler. Çevrelerindeki insanların gözlerinde abartılı bir izlenim taşıdıklarına inanırlar. Ancak yapılan bir deneyde, hasta rolü yapan kişilere tıp öğrencilerinin nasıl davrandıklarını gözlemleyip teşhis başarılarını ölçtüklerinde sahtekarlık sendromuna sahip öğrencilerin daha başarısız olmadığı görülüyor. Dahası bu öğrenciler hastaya karşı daha özenli ve duyarlı davranıyorlar. Daha fazla empatiyle yaklaşıyorlar. Başka bir araştırmada yatırım uzmanlarıyla alakalı benzer bir ölçüm yapılıyor. Sahtekarlık sendromuna sahip kişilerin üstlerinden performansları konusunda en iyi notu aldıkları gözlemleniyor.
Bu sendrom kişileri daha duyarlı yapsa da bu aşırı bir noktaya gidip kendini yetersiz görmeye götürebildiği için risklidir. Dahası içten gelen bir duyarlıktan ziyade onay görme ihtiyacından veya eksikliğinden kaynaklanır. Özsaygı eksikliğinden gerçek duyarlığa ulaşamayız. Ancak bunu fark ederek üzerine çalışmak duyarlılığımızı otantik bir düzeye taşıyabilir.
Duyarlılık Toplumsal Kalıpların Ötesindedir
Pek çok gelişimsel soruna rağmen Williams sendromlu çocuklar, hayata inanılmaz bir neşeyle bakarlar. İnsanlarla çok sıcak ve çabuk ilişki kurabilirler. Önyargıları ve güven problemleri yoktur. Sabit, güleç bir yüz ifadesiyle sürekli pozitif bir insan portresi çizerler. Bu çocuklarla yapılan bir araştırmada ırkçılığın zerresine rastlanmasa da diğer pek çok araştırma gösteriyor ki üç yaşındaki normal çocuklar bile kendi ırkındaki insanları daha çok tercih ediyor. Williams sendromlu çocuklarda böyle bir ayrım bile yoktur. biz “normal” insanlar ise güven konusunda çok daha hassas bir özelliğe sahibiz. Hayatta kalma güdüleriyle önyargılar oluşturur, sevecen ve duyarlı olmak için pek de istekli değiliz. Psikolog Karen Levine bu ironik durum karşısında şakayla karışık bir yakıştırma yapar. Aslında o çocukların değil biz normal insanların başka bir sendroma sahip olduğunu ifade eder: “Geri kalan herkes sendromu“.
Duyarlı olmak zor bir beceridir. Çoğunlukla toplumsal ve kültürel koşullar bizi tersine yönlendirir. Bize hastalık gibi görünen şey toplumsal boyutta dayatılan bir perspektif de olabilir. Bunun farkında olmak bizi diğer insanlara ve doğaya daha duyarlı bakmaya yöneltebilir.
Duyarlılık Şiddetsiz İletişimden Doğar
Şiddetsiz iletişim şiddet gösteren birine karşı bile kullanılabilecek en etkili dil olabilir. Kendisine laf atan arkadaşına vuran bir çocuk gördüğümüzde “Sana daha saygılı davranılmasını istediğin için öfkelendin sanırım.” diye duyarlı bir ifadeyle yaklaşabiliriz. Sonrasında “Üzüldüm, çünkü ben insanlara zarar vermeden saygı görmenin başka yollarını bulmanızı istiyorum. İstediğin saygıyı görmek için beraber başka yollar arayalım mı?” diye sorabiliriz.
Bu örnekleri, duyarlılığı “müsamaha gösterme” olarak etiketlemeyelim diye paylaşıyorum. Duyarlılık davranışı onaylamak değildir. Altındaki duygu ve ihtiyacı görmektir. Bir kişi kötü de davransa içinde duyarlı bir ilgi ihtiyacı taşıyor olabilir. Belki en çok da o kişinin duyarlılığa ihtiyacı vardır. Tam da bu olumsuz davranışlardan kurtulmaları için desteğimizi göstermenin bir yoludur duyarlılık. Şiddetsiz iletişim bunu başarmanın yollarından birisidir.