Bir psikolojik danışman olarak ebeveynlik kitapları en fayda gördüğüm türlerden biri olmuştur. Bir ebeveyn değilken ve yakın zamanda da bununla alakalı bir planım yokken bu kitaplardan neden bu kadar fayda gördüğümü salt olarak mesleki ilgime de bağlayamıyorum. Çünkü bu tür kitapların, ebeveynliğin nasıl yapılacağına indirgenmeyecek derecede kişinin kendini tanıması ve geliştirmesi açısından da faydalı içeriklere sahip olduğunu fark ettim. Hatta terapi süreci için yapılan bir yakıştırmanın da bununla ne kadar paralel olduğunu söyleyebilirim. Psikoterapide öğrenilen becerilerden biri olarak yeniden ebeveynlik (reparenting) kavramını bu kitaplar sayesinde edinme sürecini yaşadım. Ebeveyn kitaplarının seslendiği kitle hep anne babalar olmuştur. Fakat, önerdiği yöntem ve tekniklerin tamamı hem kendimizle hem de sosyal çevremizle kurduğumuz ilişkilere aktarılması ve dahası bir hayat tarzı haline getirilmesi gereken yaşamsal becerilerdir.

            İlk olarak, sosyal çevremizle başlayalım. Bu kitaplardan öğrendiğim teknikleri öncelikle mesleki hayatıma, özellikle çok fazla tanımadığım kişilere uygulamak daha kolay görünüyordu. Bu kitapların ortak önerilerinden biri, duyguları etiketleyerek çocuğun duygularını düzenlemesine yardımcı olmaktır. İngilizce’de “Name it until you tame it (İsmini koyduğun şey, kontrolün altına girer)” sözünü prensip edinmiş bir bakış açısı hakim burada. Yani, öfkelenen veya üzülen bir çocuğa öfkelendiğini veya üzüldüğünü yansıtmak, çocuğun o duygunun etkisinde işlevsiz davranışlara sürüklenmesini engeller. Öfkeden çıldıran bir çocuğa genellikle yapılan müdahalelerin görmezden gelme, eleştirme, küçümseme veya cezalandırma gibi kültürel olarak koşullandığımız tekniklerin aksine bu yeni tekniği otantik bir üslupla uygulamak pratik istiyor. Ben de, öğrendiğim bu tekniği uygulayacağım fırsatları değerlendirmeye çalıştım. Şimdi, onlardan birini anlatayım.

            Üstün potansiyelli çocuklarla beraber bir süredir çalışmaktayım ve duygusal olarak farklı zorluklardan geçtiklerine defalarca tanıklık ettiğimi söyleyebilirim. Toplumumuzda normal çocuklara bile ebeveynlik yapmayı bilmediğimizden böyle çocukların ve ebeveynlerinin daha fazla zorlukla baş başa olduklarını görmek benim açımdan zaman zaman üzücü de olmuştur. Öfke sorunu olduğunu düşündüğümüz 5 yaşındaki yeni bir öğrencimizle yaşadığımız bir olayda bu tekniğin nasıl sonuç vereceğini görme fırsatı yakalamıştım. Henüz beş yaşında bir çocuk (ismi Arda olsun) olan Arda, yardımcı öğretmeniyle ve yeni tanıştığı arkadaşlarıyla beraber robotik sınıfına girmişlerdi. Ben de koordinatör olarak sınıfları ziyaret ediyor, varsa sorunları gözlemliyor ve çözümü için öğretmenlere destek oluyordum. Yine böyle bir sınıf ziyareti olarak robotik sınıfına girdiğimde, çocuklara kurşun kalemler dağıtılmış ve bir resim yapmaları istenmişti. Fakat Arda kendisine verilen kalemi beğenmediği için öfkeli bir şekilde değiştirilmesini istiyordu. Yardımcı öğretmenin bu sorunla yeteri kadar ilgilenmediğini (görmezden gelme tekniği) görünce saldırganlaşmak üzere olan Arda’yı kollarımın arasında tutarak “Bir şeye öfkelenmişsin, nedenini söyle ki sana yardımcı olayım.” diyerek belki de arkadaşına zarar vermek üzereyken bunu engellemiş oldum.

            Sorun, bizim açımızdan çözmesi o kadar basit bir şeydi ki, çok kısa sürede Arda’nın öfkelenmesi için hiçbir neden kalmamıştı. Kendisine denk gelen kalemin üzerinde kız resimleri vardı ve ona göre bu kalem kızlar içindi. Hemen, yan sınıftan araba resimli olan başka bir kalem bulup sorununu çözdüm. Burada biraz duralım isterseniz, çünkü buradaki yaklaşımımı eleştiren sesinizi duyar gibiyim. Arda’nın öfkesini etiketleyip onayladığım için sorunumuzu çözmüştük ama belki de başka bir sorun daha vardı. Arda, isteklerini öfkeyle yaptırmaya çalışian bir çocuk muydu? Bunu bilemezdim ve böyle bir varsayımla hareket etmek felaketle sonuçlanabilirdi. Peki, yine de şu sorular  aklınızdan geçiyor olabilir: Çocukların her isteğini anında karşılayarak onlara daha çok zarar veriyor olabilir miyiz? Sorunu böyle çözdüğüm için onu şımartan anne babası gibi mi davranmıştım acaba? Belki de öyledir, fakat ben öyle düşünmüyorum. Dramsız Disiplin kitabında buna benzer eleştirilere verilen ikna edici cevapları okuduktan sonra bu düşüncemin oturduğunu da söyleyebilirim. Konudan sapmamak adına bu itirazlar için kitabı edinmenizi önererek geçeceğim.

           Asıl konumuza geri dönersek, ebeveyn olmasam da herhangi bir çocukla hatta yetişkinlerle kurulan iletişimde duyguları yansıtmak onları işbirliğine davet etmemizi sağladığı için bu kitaplardan öğrendiklerimi pratik edebileceğim fırsatları değerlendirmeye çalışıyorum. Psikolojik danışma becerisi olarak öğrendiğimiz bir teknik olması yanı sıra her türlü iletişimde işe yaradığını her geçen gün daha iyi anlıyorum. Yine bir gün, ergen kardeşimi öfkelendiren bir durumda kaldığımı hatırlıyorum. Bana yaptığım bir şeyden dolayı kızmış görünüyordu. Kendisine öfkeli olduğunu etiketleyerek ona geri yansıttığımda ve onun bu duygusunu onayladığımda anında sakinleşmesine ne kadar şaşırdığımı anlatamam. Bir anda sorun “O kadar da öfkelenecek bir durum değil aslında” gibi bir şeye dönüştü. Bu olayla beraber, inanarak ve pratik ederek uygulandığında iletişimde çığır açan bir teknik olduğunu daha iyi anlamış oldum. Zaten kardeşimin bana sinirlendiği asıl şeyin bu olmadığı ve altta yatan başka bir sorun olduğunu öğrendim ve asıl sorun üzerine konuşup rahatlamasına yardımcı olabildim. Klasik bir yaklaşımla ben de öfkeli bir tepkiyle karşısına çıksaydım ya da yok sayıp küçümseseydim kısır döngüyü sürdürmekten başka bir işlevi olmayacaktı; her ikimiz de zarar görecektik.

            Artık, ebeveyn kitaplarının belki de daha önemli sayılabilecek diğer bir işlevine gelebiliriz: Psikoterapide öğrenilen temel becerilerden biri olarak yeniden ebeveynlik (reparenting). Bu kavramı, kendine çocukken yapılmayan ama yapılmasını istediğin tarzda ebeveynliği, içimizdeki çocuğa sunmak olarak tanımlayabiliriz. Zaten bunu yapmayı öğrenmeden yukarıda anlattığım şekilde diğer insanlara yapmak hem tutarlı olmaz hem de otantik şekilde uygulamayı beceremeyiz. Kendine gösteremediğin şefkati başkalarına göstermek patolojik ve bilinçdışı bir alışkanlık olabilir fakat, yeniden ebeveynlikte bilinçli farkındalık ve çaba göstererek kendini yetiştirme esastır. Psikoloji ve benzeri alanlara ilgi duymamızın temel nedenlerinden biri de bu değil mi zaten? Pek çoğumuz, yanlış ebeveynliği tamir etme arzusuyla kendimizi iyileştirme ve yeniden yetiştirmeye çalışıyoruz.

            Hissettiğim duyguları onaylayarak ve kabul ederek kendimi nasıl yetiştirebileceğimizi hayal etmek bile beni heyecanlandırıyor. Yapacağım bir seminer öncesi hissettiğim kaygıyı etiketleyip onayladığımda sakinleştiğimi fark edince ya da aslında üzülmemem gereken bir şeye neden üzüldüğüm konusunda kendimi yargılamadan üzüntü duygumu kabullendiğimde rahatlayabiliyorum. Çünkü, bu kaygılı durumlarda genel olarak eleştirilip yargılandığım bir çocukluktan geçtim. Neden ebeveynlerimin yaptığı hatayı kısır döngüye sokup kendime aynı tekniklerle yaklaşayım ki? Öfkemin veya kaygımın görmezden gelindiği veya küçümsendiği yaşantıları tekrar tekrar hatırlayıp aynı duygusal sarmala neden gireyim? Alternatif olarak öğrendiğim bu yolu daha sağlıklı buluyorum. Özgür bir şekilde bu duyguları yaşamak için kendime izin verdiğimde ve kırılganlığımı yargılamadan kabul ettiğimde asıl potansiyelime ulaşabileceğimin farkındayım artık.

            Hangi duyguyu yaşıyorsak onu yaşıyoruzdur. Bunu, ebeveynlerimizden öğrendiğimiz herhangi bir müdahale de değiştiremiyor maalesef. Öncelikle onaylanıp anlaşılması ve dolayısıyla yeni bir çerçevede tekrar ele alınması duygularımızın düzenlenmemiz için bir ön koşul gibi görünüyor. Hem kendimize hem de başkalarına yönelik böylesi bir yaklaşım sayesinde, kontrolü bilinçdışı olarak içimizde bize ebeveynlik yapmaya devam eden anne babalarımızdan (bu da gerçek değil kurgusaldır) kendi elimize tekrar alabileceğimize inanıyorum.

Kapak Resmi – Amanda Oleander