Cal Newport işlerini severek yapan kişilerin bu noktaya nasıl geldiklerini anlamak için bir anket yapıyor. Aldığı cevaplardan oldukça şaşkınlık duyuyor. Çünkü hemen hiçbirinin “Tutkunun peşinden git” tavsiyesiyle hareket etmediklerini fark ediyor; aslında olan ise bunun tam tersi. Tutkunun kişilerin işlerini sevmelerinin bir neden değil, yaptıkları işte yetkinlik kazandıkça elde ettikleri bir sonuç olduğunu buluyor.
Newport’a göre, bizi mevcut işimize başlatan şey tutku değil, nispeten öne çıkan bir ilgi düzeyi. Bir alana ilgi gösteriyoruz ve pratik ettikçe ve deneyim kazandıkça o işte ustalaşıyoruz. Yetkin olduğumuzu ve olumlu sonuçlar aldığımızı görünce de tutkuyla o işe daha bağlı hale geliyoruz. Yani çalıştığımız işte becerilerimiz geliştikçe o işle ilişkimiz bir üst seviyeye çıkıyor ve biz buna tutku demeye başlıyoruz. Ancak kariyerine yeni başlayan biri için tutku bir başlangıç noktası olarak algılanabiliyor. Sonucunda ise hayal kırıklığı yaşamak kaçınılmaz hale geliyor.
İş Tatmin Düzeyimizi Yükselten Nedir?
Yapılan bir araştırmada, çalışanların iş tatmin düzeylerinin nedenleri araştırılıyor. Acaba kimler işlerini bir “tutku” ya da sadece geçimlerini sağlayacak bir iş olarak görüyorlar? İster bir yönetici asistanı olsun isterse de doktor; birçok iş alanından belli bir tecrübeye ulaşmış kişiler aynı oranlarda işlerini bir “tutku” olarak görüyorlar. Hâlbuki doktorların yaptıkları işi daha çok tutku için seçtiklerini; yönetici asistanlarının ise geçinme derdinden bu işe yöneldiklerini düşünürüz, değil mi? Anlaşılan tutku, deneyim ve yetkinlik sonucu kazanılan bir özellik; bir başlangıç noktası değil.
Peki, tutkuyla yola çıkmasak bile zamanla oluşması için nasıl bir iş deneyimine ihtiyacımız var? Yine aynı araştırmada, temelde üç ihtiyacımızı rutin olarak karşılayan bir iş ortamının tutkumuzu parlatabileceği bulunmuş: Yaratıcılık, kontrol gücü ve etkin olmak.
Yaratıcılık, bir işi ortaya çıkarırken ne kadar doğaçlama ya da yeni fikirler deneme şansımız olduğunu ifade ediyor. Kontrol gücü, işini nasıl, ne zaman ve nerede yapacağın üzerinde seçim hakkına sahip olmak anlamına geliyor. Etkin olmak ise yaptığın işin çalışma arkadaşların, yöneticilerin ve müşterilerin üzerinde olumlu bir etki yaratmasıdır.
Yine de tutku ile başladığınız bir işte her zaman için daha tatmin olacağınızı düşünebilirsiniz. Bir işe tutkuyla başlamak üretkenliği de azmi de artırır, değil mi? Diyelim ki tutkunuz yazar olmak. Bir gazetede köşe yazısı hazırlıyorsunuz ve yaptığınız işin nasıl yapılacağıyla alakalı sıkı kurallar var. Dolayısıyla herhangi bir yaratıcılık sergileyemiyorsunuz. Dahası çalışma şekliniz üzerinde herhangi bir esnekliğiniz de yok. Yaptığınız haberin de kimsenin okumadığı arka sayfalarda yer aldığını hayal edin. Bu durumda hala yazarlık tutkunuzu sürdürebilir misiniz?
Steve Jobs’ın Yaptığını Yap, Dediğini Yapma!
Cal Newport, “Tutkunun peşinden git” söylemine karşı bizi dikkatli olmaya çağırıyor. Bazen en başarılı insanlar bile bu safsatayı farkında olmadan dillendiriyorlar. Bunlardan birisi de Steve Jobs ki, aslında kendisi teknoloji ve işletmeye dair herhangi bir ilgiyle yola çıkmamıştı.
Steve Jobs lise yıllarında edebiyata ilgiliydi ve maddi sorunlara rağmen ısrarla gitmek istediği üniversitede kaligrafi, dans ve Shakespeare üzerine dersler aldı. Fakat tutkusunun peşinden gitmek yerine okulu yarıda bırakmayı tercih etti. Aile evine döndüğünde Atari’de teknisyen olarak işe başlayarak bugünkü kariyerine doğru ilk adımını atmış oldu.
Üniversitede kaligrafi dersinden kalmasını bir dönüm noktası olarak değerlendiren Steve Jobs teknolojiye bir tutkuyla atılmamıştı. Fakat Apple’ı zamanla kazandığı tutku sayesinde buralara getirmiş olduğunu söyleyebiliriz. Yani tutku sonradan kazanılan bir bağlılık ve emek istiyor.
Sonuç olarak Cal Newport, Steve Jobs’ın ne dediğinden ziyade ne yaptığına bakmamız gerektiğini vurguluyor. Öyle ki, Steve Jobs tutkusunun peşinden gitseydi “Apple” adında bir şirkete tanık olmayabilirdik.