Bireysel Psikoloji ekolünün kurucusu Adler ‘in en çok bilinen ve en önemli kitaplarından biri olan İnsanı Tanıma Sanatı, okudukça sizi size sizden daha iyi anlatan bir kitap olduğunu kanıtlar nitelikle.

Adler’in, insanın fiziksel ruhsal varlığına ve yaşamındaki sorunlarına ilişkin yaptığı nokta atışları, yıllar geçmiş olmasına rağmen tüm güncelliğini koruyor. Ben de bu yazıda Adler’in kitabında bahsettiğin bölümler üzerinden kendi düşüncesini, bu düşünce perspektifinden kendimize nasıl bir gözle bakabileceğimizi hem de kişisel çıkarımlarımı ele almak istedim.
Gelin, Adler’in rehberliğinde kendimize biraz farklı bir perspektiften bakalım. Satır aralarımızdaki o gizleri biraz daha aralayalım.

Var mısınız kendimizle yüzleşmeye?

1- Yaşam Hedefleri

Adler kişinin yaşam amacının çocukluğunda hatırladığı ilk anıyla şekillendiğini söyler. Kişilerin ulaşmak istediği en temel amaç Adler’e göre üstünlüktür. Çünkü her insan dünyaya bir aşağılık duygusuyla gelir, bakıma muhtaçtır ve yetersizdir. Adler, çocuğun doğarken beraberinde getirdiği tüm gelişim olanaklarının ve daha sür çocukluğu döneminde gördüğü baskı, hayata bakış tarzını, dünya görüşünü ilkel biçimde etkilediğini söyler. Fakat Adler yine bunlardan farklı olarak kişinin kendi kişiliğini yönlendirebileceği ve şekillendirebileceğini ve buna uygun yaşam amacı edinebileceğini savunur. Bireysel psikolojinin insan ruhunu, insamda doğuştan var olan güçlerden doğup, bireyin belirlediği amacın etkisi altında bir gelişim sürecinden geçerek o anki niteliğini kazanmış bir nesne gibi görüp anlamak olduğunu savunur.

Reklam

Şimdi gözlerinizi kapayın ve gidebildiğiniz kadar geçmişe gidin, hatırladığınız ilk anınız hangisi? Peki bu anı hayatınızı nasıl şekillendirmiş olabilir? Bir bağlantı kuracağınıza eminim.

Benim gözümden, ilk anım, 3 yaşındaydım ve salonda oyuncaklarımla oynuyordum. Bakımımı sağlayan kişi yanıma gelip ağzımdan emziğimi almıştı. Artık büyüdüğümü ve büyük kızların emzikle gezmediklerini söyledi ve onu balkondan attı. Balkondan aşağı süzülerek inen emziğin arkasından bakakaldığımı ve çok ağladığımı anımsıyorum. Bir çocuk için emzik ne ifade eder? Sürekli yanında taşıdığı belki de bir uzvu gibi gördüğü haz kaynağını… Peki ya onu kaybetmek? Belki de bir ayrılık travmasını doğurabilir.
Peki bunu yaşam amacımla/korkumla bağdaştırırsak? Belki de insanlarla kurulan bağlanma stili ve ayrılıkla ilgili pek çok bilgi verebilir.

2- Yaşam Stili

Adler herkesin kendine özgü bir yaşam stili olduğunu vurgular. Kişiler yaşamdaki üstünlük amaçlarına ulaşmak için farklı yaşam stilleri belirlerler. Bedensel ve fiziksel olarak amacına ulaşmak isteyen bireyler bu yaşam tarzlarını hayatlarında özümserler. Kişinin üstünlük amacına ulaşmak isteme sebebinde yine aşağılık duygusu vardır. Adler bu yaşam stilini belirleyen etmenler arasında aile yapısı, doğum sırası ve sosyal ilginin önemini vurgular.

Kitabındaki bir örnekten bahsetmek gerekirse, bir kadın içinden bir türlü çekip atamadığı bir hoşnutsuzluk duygusu nedeniyle hekime başvurur. Derdinin çok fazla işle uğraşıyor olması ve yoğunluktan kaynaklandığından bahsederek ilk olarak her şeyi fazla önemseyen bir insan izlenimi uyandırır. Kadın kendini daha da açtıkça masum bir yoldan üstünlüğe ulaşmak istediği görülür. Yaşadığı gerilimin amacı olarak sürekli bir olağanüstü güç ve otorite isteği görürürüz. Peki bunun amacı nedir? Edinilen bilgilere göre üç kardeşin en büyüğüdür, erkek kardeşiyle anlaşamaz ve erkek kardeşinin el üstünde tutulduğunu görür. Daha küçük yaşlarda kardeşinin başarısına gösterilen ilginin ona yapılan bir haksızlık olduğunu düşünmüştür. Bu duruma göre hastanın çevresindekilerden eşit bir davranış görmek istediğini, çocukluğundan beri güçlü bir aşağılık duygusunu içinde taşıdığını ve bunu dengelemeye çalıştığını anlarız. Eş seçiminde ise daha feminen bir eş ile birlikte olmayı tercih etmiştir. Yani erkek kardeşiyle bulamadığı eşitliği kocasıyla dengelemeye çalışmıştır. Kısacası karşısında ondan daha güçlü olmayan kendisini üstün hissedebileceği bir kişi vardır. Burada görebileceğimiz gibi yaşam hedefi, insan yaşamını yönlendirir ve yaşam tarzının belirlenmesinde etkin bir rol oynar.

Peki düşündüğünüz zaman sizin yaşam stilinizi belirleyen faktörler neler oldu sizce? Bu stili tamamiyle siz mi belirlediniz?

Benim gözümden, ben ailenin küçük çocuğu olarak büyüdüm ve ilgi büyük ölçüde benim üzerimdeydi. Derslerdeki başarım da her zaman büyük kardeşimden daha iyi olmuştur. Ailemin benden beklentileri zaman içerisinde daha da arttı ve bu bir beklenti- beklentiyi doyurma ilişkisine evrildi. Çocukken başarı göstermezsem sevilmeyeceğimi düşünerek derslerime çalıştığımı hatırlıyorum. Kendi terapimle ortaya çıkan bu beklentileri fark ettikten sonra kendi yaşam stilimde romantik ilişkilerimde dahi beni değil ailemi doyurmaya yönelik davranışlarımla yüzleştim.

3- Aile Yapısı ve Doğum Sırası

Adler kişiliğin gelişiminde anne ve babanın etkisini vurgulamıştır. Adler iki tür anne baba davranışının çocuğun kişiliğini büyük ölçüde etkileyeceğini vurgulamıştır. İlki fazla korumacı ve özen gösteren aile, yani “şımartma” davranışı gösteren aile. Bu çocukta aşağılık duygularının artışına sebep olabilir ve bağımsız davranışı sınırlar.  Sosyal ortamlarda kendilerini hep merkezde hissederler ve bunu görmeyince zorbalaşırlar. İkinci davranış  ise “ihmal etmek”tir. İhmalkar davranan anne babaların çocukları şüpheci, soğuk ve yine aşağılık hissine sahip olurlar. Öç alma davranışı sergileyebilirler. Anne baba ve çocuk arasında dengeli ve tatmin edici bir bağ kurulmalıdır.
Anne, cesaretlendirici olur, sevgi ve yakınlık verirse çocuğun sosyal ilgi becerisi gelişir. Baba da aynı şekilde sevgi gösteren bir baba olmalıdır. Çok otoriter bir baba sosyal ilginin gelişmesini engellemektedir.
Adler, kardeş sıralamasında en büyük çocuğu tacını yitirmiş bir kral/kraliçe olarak görür. Bu nedenle bu çocukların aşağılık duyguları güçlenir.Sorumlulukları kardeşlerinden daha fazladır ve ailenin bu çocuktan beklentisi de fazla olur. Liderlik, otoriterlik gibi özellikler göstermelerinin yanı sıra tam tersi de yönlenebilirler. Adler, nevrozlular ve suçluların genellikle ailelerin ilk çocuklarından çıktığını söyler. İkinci (ortanca) çocuğunun hayatının büyük ve küçük kardeşler arasında bir mücadeleyle geçtiğinden bahseder. Abla ve abisinden bir adım geride olduklarını düşündüklerinden başarma arzuları daha fazladır, öte yandan küçük çocukken bile ailenin iki çocuğu olduğu için fazla şımarmazlar ve Adlerin, kardeş sıralamasında en olumlu yorumladığı kardeş ortancadır. En küçük çocukta ise aşağılık duygusu had safhada olur.Çünkü çevresindeki herkes ondan büyük ve güçlüdür. Üstünlük çabası çok olur ve her zaman “en” unvanını alıp ailede göze çarpmak isterler. Öte yandan Adler en küçük kardeşleri sorumsuzluk ve bağımsızlık isteği gibi sorunlarla dile getirir. Tek çocuklarla ilgili ise benmerkezci olduklarından bahseder.

Anne babanızın tutumu size karşı nasıl/dı? Aranızdaki bağ ne kadar sağlıklı ? Kardeş diziliminde kaçıncı sıradasınız, bu ne gibi sorumluluklara yol açtı? Tüm bunların sizi oluşturan parçalarla nasıl ilgisi olabilir?

Persanaliz gözündenaile sıralamasında küçük çocuğum ve bir büyük kardeşim var. Çocukken her zaman kendimi onunla yarış içinde hissettim. Şu an her ne kadar böyle olmasa da çocukken onun erkek olması ve benden büyük olmasının verdiği hissiyatla her zaman ailenin göz bebeği olmak için çabalardım. Az önce de bahsettiğim gibi onun başarısızlığına zıt olarak tüm notlarımı yüksek tutardım. Bu durum tabii ki anne ve babamın gözünden kaçmadı. İstediğim şeyleri başarımı öne sürerek kabul ettirebilirdim. Bana ailem küçükken çoğu zaman beni çok şımarttıklarını söylemişlerdir. Aile içinde fikirlerimi açıkça ifade edebilirliğim onların düşünce sisteminde şımarıklık sayılabilecek bir davranıştı. Zamanla çocuklukta dengeli kurulamayan bu ilişki yerini daha normal aile ilişkilerine bıraktı. Abimle rekabetin önemsiz olduğu kanısına vardım (Belki de kazanmıştım.) ve süreç içerisinde diğer isteklerim de ailem tarafından ölçülüp biçilerek kabul edilir hale geldi.

4- Sosyal İlgi

Adlere göre birey toplumla ne kadar uyumluysa o kadar sağlıklıdır. Başkalarını tanımak ve onlara ilgi göstermek olarak sosyal ilgili tanımlayabiliriz. Toplumla uyum gösteremeyen bireylerde kişilik bozukluğu söz konusudur. Sosyal ilgi doğumda var olan bir yetenektir fakat henüz oral dönemde anne bebek ilişkisine bağlı olarak şekillenir. Örneğin Adler’e göre anne bebeğe sevgi gösteriyorsa, ağladığında bakıyorsa, güven veriyorsa bu bebeğin sosyal ilgisi gelişir ve ileride de toplumla uyumlu bir birey olur. Baba tarafında da eğer baba baskıcı ve otoriter olursa sosyal ilgi gelişimini olumsuz etkilemektedir.

Sosyal hayatınızda nasıl bir kişiliğiniz var? İnsanlarla iletişim kurmak sizin için ne ifade ediyor? En yakın arkadaşlarınızın sizin hakkında düşünceleri ne olabilir?

Benim gözümden, insanlara karşı empatik ve içten olmaktan hoşlanıyorum. İnsanlardan bir şeyler almak, öğrenmek ve onlara kendi bilgimden duygumdan vermek benim için çok anlamlı bir alışveriş. Kesinlikle bu sosyal ilişkilerin beni beslediğini ve özüme güzel kazanımlarda bulunduğu inancındayım. anlayışlı davranmaya çalışıyorum. Benim olduğu kadar onların da haklarına saygı duyuyorum. Tüm bunların yanında ne daha iyi olabilir? diye düşündüğümde, kendi ailemle kurduğum o koşullu sevgi ilişkisinin bir adım önüne geçerek koşulsuz ve özgür sevgiyi tatmak kesinlikle tadından yenmez olurdu.

İstanbul Kültür Üniversitesi 17’ mezunu bir psikolojik danışmanım. Her zaman insan ilişkileri, insan davranışları, duyguları ve sebeplerine çok ilgi duydum. Çocukken ebeveynlerimin davranışlarını anlamlandırmaya çalışarak başlayan bu yolculuk, ergenlikte kendimi ve nihayetinde insanı anlama ve anlamlandırmaya vardı. Bu yolda olmayı severken bir yandan yolu paylaşmayı, yolda öğrenmeyi ve bu yolda olabildiğince kalmayı amaçlıyorum.