Her çocuk tıpkı bu şekilde özgürce, insan olarak doğasında var olan duyguları yaşamayı ve bu süreçte hayattaki rehberleri olan anne babasının ona eşlik etmesini ister ve buna hakkı vardır.

Başlık ilginizi çekti, yazıya tıkladınız.
Galiba çocuğunuz ve duygularla ilgili öğrenmek istediğiniz şeyler var.
Kendinizi biraz meraklı hissediyor olabilirsiniz.
Sizi bu yazıya getiren sebeplerden bazıları daha yazının çok başında ifade edildiği için kendinizi, anlaşılmış hissediyor olabilirsiniz. Çünkü bu satıra kadar yapmaya çalıştığım şey, sizi olduğunuz halinizle izlemek, gördüğümü size aktarmak, sizdeki duyguları kendi duygu repertuarımdan faydalanarak tahmin etmek ve bunu sizinle paylaşmaktı. Bir merakla bu yazıya geldiniz, ben de girişte size eşlik ettim, hoş geldiniz!

Her çocuk tıpkı bu şekilde özgürce, insan olarak doğasında var olan duyguları yaşamayı ve bu süreçte hayattaki rehberleri olan anne babasının ona eşlik etmesini ister ve buna hakkı vardır. Bir yerden sonra çocukların elini tutmayı bırakırız ama ömürleri boyunca ellerinden tutuluyor hissini veren şey onların iç dünyasına bıraktığınız destekleyici yansımalarınız olacaktır. Sevincini bölüşmeniz, korktuğunda cesaretlendirici olmanız, heyecanlandığında sakinleştirmeniz, ağladığında üzerine konuşabilmeniz, kare kare anları hatırlamasalar da duygularını yaşayabilmenin cesaret tohumlarını atacaktır çocukların içine. 

Reklam

Duyguları Konuşmanın Önemi

Her anne babanın çocuğunun büyümesine eşlik ederken şu gibi şeyleri takip ettiğini görürüz: Emekliyor mu? Hangi ayda yürüdü? Kilosu nasıl? İlk kez ne zaman anne-baba dedi? Daha ilerleyen yaşlarda: Dersleri nasıl? Hangi sporla ilgileniyor? Büyüyünce ne olacak? Bu tip sorular olmazsa eksikliği hissedilecek şeyler olarak görülürken “Seni ne heyecanlandırır?”, “En çok kimin yanında kendini güvende hissediyorsun?”, “Bu oyunu oynamak seni neden memnun ediyor?” gibi daha detaylı ve içe odaklanan soruların sorulduğunu pek görmeyiz. Ama bu sadece bir analık babalık meselesi değil. Bugün pek çoğumuz birey olarak karşımızdakiyle somut yaşantıyı konuşurken duygularımızı bir eklenti olarak sohbete dahil ediyoruz. Hatta pek de gelişmiş bir ifade dağarcığımız yok, hepsi birbirinden farklı tonda ve şekilde açığa çıkan duygularımız için üç beş temel duygu tanımlamasını kullanıyoruz. Üzgünlük, kızgınlık, mutluluk, korku, heyecan…

Büyük yaşam olayları dışında havadan, sudan, olandan bitenden konuşmayı çok severiz ama bize ne olduğunu anlatmak derin dertleşmelere kalır da ulu orta söylenmez. Hatta minik bir bebeğin ilk adımlarına bakıp koca koca insanların “ay çen yürüyo muçun” diyerek gördüğünü çocuğa duyurmasına da çokça şahit oluruz. Ancak iş bu klasik dönüm noktalarından çıkıp da duygulara gelince biraz suskunlaştığımız bir gerçek. “Ne kadar neşeli görünüyorsun.” “Üzgün gibisin, canını sıkan bir şey mi oldu?” pek de çocuklarla konuşurken duyduğumuz diyaloglardan değil. Toplumca duyguları konuşmakta çok iyi olmadığımızdan, sadece biz de değil dünyanın pek çok yerinde duyguların açıkça yaşanması zayıflık olarak algılandığından, iç dünya saklanan ve bastırılmaya çalışılan bir yer haline geldi. Halbuki alkış tutuldukça salonun ortasında adımları şevklenen bir bebek gibi hepimiz hayatın ortasında sevincimize, kaygımıza, kıpırtımıza alan açılmasını isteriz.

Duyguları özgürce yaşayabilmek çocuğun kendisi olabilme sürecinde ilk basamak. Anne baba bu alanı açtıkça peşinden çocuğun yaşadığı bu duyguların anlamlandırılmasına ihtiyacı geliyor olacak. Bir çocukla, onun kim olduğunu keşfedercesine, hisleri ve dünyayı algılayışı üzerine konuşmanın önemi tam da burada ortaya çıkıyor. Çocuk kendini ve algıladığı dünyayı, anne babasından öğrendiği dil ve o dilin kelimeleriyle zihninde bir şekle sokar. Çünkü insanoğlu, zihninden geçen onca düşünceyi, bedenindeki onca duyumu kelimeler aracılığıyla dil birliği içinde aktararak iletişim kurar. “Üşümek” ve “terlemek” kavramlarını bir çocuğa tam tersi şeklinde öğrettiğinizde hisleri değişmez ama hava sıcakken üşüdüm, hava soğukken terledim diyebilir. Tabii ki bu uzun ömürlü bir yanlış olmaz, iletişime geçtiği insanlar tarafından fark edilir ve düzeltilmesi çok olasıdır. Çünkü hava gibi somut bir dış etkeni hepimiz nispeten daha benzer şekillerde yaşarız. Ama bir çocuk korku, üzüntü, endişe, kaygı gibi duygularını yanlış adlandırdığında, yanlış yerlere konumlandırdığında sözlü ifade ettiklerinin ötesine geçip onunla aynı duyguyu yakalayamayız. Merakla bir şeyi inceleyen bir çocuğun kocaman açılmış gözlerini görüp “ne biçim korkmuşsun, bırak şunu” şeklinde telaşlı bir yaklaşım çocuğun merak ve korku arasındaki algısında karışıklığa sebep olabilir. Eğer bir yerlerde doğru sınıflama şansı bulunmazsa, her merak korku diye adlandırıldığından ardından bir uzaklaşmayı da getirebilir. Meraksız bir öğrenme, meraksız bir keşif, meraksız bir yaşam zevki de şüphesiz mümkün değil.

Doğan Cüceloğlu “Çocuklar ana babalarının hata yaptığını düşünmezler.” diyor kitabında. Doğdukları andan beri en yakınlarında olan, her şeyleriyle ilgilenip en iyisini yaptıklarını sözlü veya davranışlarıyla ifade eden anne babaları duygularını fazlalıkmış gibi ifade ettiğinde sorunun kendi zayıflıkları ve kontrolsüzlükleri olduğunu düşünür çocuklar. Her duygu insan olarak içimizde bir amaca hizmet eder. Sırtımızı döndüğümüz duygularımız, ifade imkânı bulamamış bir yanımız, öyle ya da böyle, bir gün fark edilmeyi bekler; biz de o dolmuşlukla yaşarız.

Peki Ya Anne Baba?

Burada şöyle bir soru ortaya çıkıyor: Anne babalar kendi duygularının ne kadarını tanıyor ve ne kadarını rahatça yaşıyor?

Pek çok anne baba “Nasılsın?” sorusuna alacakları cevap karşısında ne diyeceklerini bilemediğinden bu sorudan kaçıyor ve/ya da daha yüzeysel cevaplar o aile sisteminde kanıksanır hale geliyor. Çocuklukta İhmalin İzi: Boşluk Hissi kitabında bir danışan için şöyle deniyor: “Laura’nın annesi ona nasıl hissettiğini sormadı. Bu yüzden Laura da kendine bu soruyu sormadı.” Belki de Laura’nın annesine de kimse nasıl hissettiğini sormamıştı. Bu döngü böyle nesiller öncesine dek gidebilir. Belki de aranızdan bazıları kendini Laura gibi hissediyor. İşte tam olarak şu an içinizde hissettiğiniz şey üzüntüye yakın bir duygu olabilir, buruk olabilirsiniz, “keşke” diyor olabilirsiniz. Geçmişte size sunulmayan duygusal desteği böyle derin bir yerden fark etmek ağır olsa da size hem kendi gelişiminiz hem de çocuğunuzun gelişimi için kapı açabilir. Susturduğu duygularını fark eden ebeveyn çocuğunun duygu dünyasıyla daha gerçek bir tanışma yaşayabilir. Kendi duygularının incinmişliğine cesaretle bakabilen her ebeveyn çocuğunun da duygularının incinebileceğini fark edebilir ve bu incitmemeye giden ilk adım olabilir. Laura’nın nesiller öncesine giden döngüyü siz bugün, bu fark edişle kırma gücüne sahipsiniz, duygularınıza bakabilme cesaretiyle. Bir birey olarak kendinize karşı sorumluluğunuzu, anne baba olarak çocuğunuza karşı sorumluluğunuzu üzerinize aldığınızda sadece bedenen sağlıklı gelişen değil ruhsal olarak da sağlam bir çocuk yetiştirmek için çocuğunuzun hisleri üzerine konuşmanın önemi, umuyorum ki, sizde bir karşılık bulacaktır. 

Duygularını bilen bir çocuk bir olay karşısında kendine ne olduğunu da bileceği için yaşadıklarına karşı daha açık bir algı içerisinde olur. Kendini iyi algılayan çocuk, doğal olarak kendini daha iyi ifade eder. İşte o zaman siz, evren içindeki özgün kişiliğiyle en ihtiyaç duyduğu ve güvendiği yerden destek alarak birey olma yolunda büyüyen bir çocuğun anne babası olursunuz.