Geçen günlerden birinde, kendileriyle öğle yemeğine çıktığım ve yaklaşık 6 aydır beraber çalıştığım öğretmen arkadaşlarımdan birisi benim hakkımda oldukça isabetli diyebileceğim bir gözlemini paylaştı. Masada beraber oturduğum arkadaşlar havadan sudan konuşurken, ben susma orucundaymış gibi sessiz kalmayı tercih ediyordum. Konuşulan şeyler ilgimi çekmiyordu ve bir konu açma isteği de duymuyordum. Sonra bir anda şu tespitle karşılaştım: “Ya, şu an senin bana nasıl bir izlenim verdiğini söyleyeyim mi? Seni masanın ortasına alsak, sohbeti domine edebilecek birisin ama tenezzül etmiyorsun sanki.” Bir yandan bir eleştiri diğer yandan bir iltifat gibi bu gözleme tepkim yine sessizlikti. Bu sefer, bu tespitin ne kadar doğru olabileceğini kabul etmek üzerine düşünceli bir sessizlikten bahsediyorum.
Aslında sohbet etmeye son derece aç olan sosyal varlıklarız. Yalnız kalıp kendi düşüncelerimizle baş başa kalma düşüncesi bile bizi ürkütürken sürekli bir sosyal etkileşimle oyalanmaya ihtiyaç duyarız. Bu durumu destekleyen bir araştırmada, katılımcılardan sesten yalıtılmış bir odada yalnız başlarına 15 dk. geçirmeleri isteniyor. Pek çok katılımcı, tek başlarına düşünceleriyle vakit geçirmektense, kendilerine elektrik şoku vermeyi tercih ederek rahatlamaya çalışıyorlar.
Bilmem bu durum size tanıdık geldi mi? Kendi varoluşumuzla kendi evimizde bile böylesi bir deneyi gerçekleştirmeyi denediğimizde nasıl bir sonuç alırız sizce? Günlük hayatımızda 15 dk. boyunca herhangi bir sosyal etkileşimden uzak kendi düşüncelerimize dalıp gidebiliyor muyuz? Durun tahmin edeyim. Muhtemelen ufak bir süre sonra can sıkıntısından kurtulmak için dijital aletlerimizle sosyal etkileşim olanaklarını yoklarız, değil mi? Kiminle konuşmalı ya da en azından mesajlaşmalıyım? En azından tek taraflı da olsa bir iletişim kurabileceğim hangi görsel medya platformunu kullanmalıyım? Böylece, kendi düşüncelerimle yalnız kalma ıstırabından kurtulayım.
Yalnızlık konusunda önde gelen araştırmacılardan biri olan John Cacioppo 2008 yılında yayımlanan Loneliness (Yalnızlık) adlı kitabında, yalnızlık durumundan kurtulmak için dijital teknolojik aletlerimize başvurma eğilimimiz hakkında önemli bir gerçeği açığa çıkarmış. Araştırmalar sonucunda, en çok yalnızlık çeken insanların en çok çevrimiçi etkileşim kuranlar; en az yalnızlık hissedenlerin ise en az çevrimiçi etkileşime başvuranlar olduğu ortaya çıkmış. Yani, ne kadar yalnızlık hissediyorsak o kadar yalnızlıktan kurtulmanın teknolojik yollarına başvuruyoruz.
Dijital mecralarda sosyalleşme ihtiyacımızı karşılarken, acaba daha az konuşma ve etkileşim ihtiyacı mı hissediyoruz? Sonuçta fareler üzerinde yapılan bir deneyde, ödüllendirme devreleri yapay olarak uyarılan farelerin açlık hissini kaybettikleri ve yemek aramadıkları için açlıktan öldükleri gözlemlenmiş. Biz de bir şekilde kendi ödül devrelerimizi bu dijital sosyal medya araçlarıyla uyara uyara sahici sosyal deneyimleri arama ihtiyacını yeterince hissetmiyor olabilir miyiz? Her şey yolundaymış gibi görünmesine rağmen yaşadığımız hayatın tatmin edici gelmemesinin nedeni bu sürekli uyarılma süreci olabilir mi? Bu durumu porno izlemeye benzetiyorum. Muhtemelen en çok porno izleyenler en az seks yapan insanlardır. Çünkü ne kadar uyarılırsak o derece gerçek bir deneyimin arayışını erteliyoruz. Ya da gerçek bize çok zor geliyor ve kolay ve hızlı olana yöneliyoruz.
Esasında bu hepimizin gerçeği, biz sosyal hayvanlarız. Aslında oldukça normal bir durumdan bahsediyorum –her ne kadar eleştirel bir dil kullanmış olsam da- dilin icadından beri konuşma ve sosyalleşme ihtiyacı doğal yaşamımızın inkâr edilemez bir parçası. Öyle ki, en keyif aldığımız sohbetlerin temel belirleyici faktörünün ne olduğunu sorsam, muhtemelen tahmin edersiniz. Evet, muhtemelen bildiniz. Sohbet içerisinde ne kadar kendimizden bahsetmiş olduğumuz, dopamin salgılamamızı sağlayan temel faktör.
Bunu destekleyen bir araştırmada, katılımcılara cevapladıkları soru türleri üzerinden ücret ödeniyor. Soruların ücretleri birbirlerinden farklı ve en az ücret kendimiz hakkında sorulan sorulara verdiğimiz cevaplara ödeniyor. Buna rağmen, katılımcılar, % 17 daha az kazanmak pahasına kendi duygu ve düşünceleri hakkındaki soruları cevaplamayı tercih ediyor. Sohbetin kalitesini değerlendirirken kendi aldığımız keyfe odaklanırsak muhtemelen karşımızdaki insanın değerlendirmesinin de bizimki gibi keyifli olduğunu zannederiz. Sanırım bu durum biraz kumar gibi, biri kazanırken diğeri her daim kaybetmek zorunda. Çünkü kendimiz hakkında ne kadar çok konuşursak karşımızdakinin kendi hakkında konuşmasını o derece engellemiş oluruz.
Konu konuyu açtı, ben de belli ki bu konuları konuşacak mecra arıyormuşum. Fakat gelin görün ki, bu konuları öğle yemeğinde açıp kaliteli bir sohbet yaratmak -ne kadar önyargılı olsa da, çok olanaklı gelmiyor bana. Yine de, bu tarz entelektüel sohbetleri birilerinin açmasını beklemeden benim başlatmam lazım anlaşılan. Sanırım, aldığım kadar nefesi vermem gerektiği gerçeğiyle yüzleşmem gerekiyor.
Kaynaklar
Celeste Headlee – We Need to Talk
Gordon Neufeld & Gabor Mate – Çocuklarınıza Tutunun