Öfkenin evrimsel süreçte bizi hayatta tutan temel duygulardan biri olduğunu söyleyebiliriz. Hakkımızı savunmak, birinin sınırlarımızı ihlal ettiği durumlarda kendimizi korumak için öfkenin gücüne ihtiyacımız var. Fakat neden ortaya çıktığıyla alakalı açıklamalarımızı düşününce, bu evrimsel bakışla bağdaşmadığını fark ederiz. Öfke son derece gerekli ve işlevsel bir duygu olsa da bazen kötüye kullanıyoruz. Nedenleri konusunda ise yüzleşmemiz gereken bazı gerçekler var.

          Öfkenin nedeni bize karşı yapılan bir davranış değildir.Şiddetsiz İletişim” kitabının yazarı Marshall Rosenberg hapishanede görüştüğü bir mahkûmu bu durumla alakalı olarak şunu yazdığını söylüyor: “Üç hafta önce cezaevi yetkililerinden bir istekte bulundum, bana hala bir cevap vermediler”. Rosenberg “Bu olduğunda öfkelendin, çünkü?” diye öfkesinin nedenini sorduğunda ise, “Dedim ya, öfkelendim çünkü isteğime bir cevap vermediler” cevabını alıyor. Bu örnekteki mahkûm uyaran ile nedeni birbirine karıştırıyor.

          Öfkeyi başkalarını manipüle etmek veya değişime zorlamak için kullanırız. “Kötü not aldığında anneni üzüyorsun”, “Böyle yaparak beni kızdırıyorsun” gibi suçlayıcı bir yaklaşımla başkalarının bizim duygularımızın nedeni olduğuna inanırız. Karşımızdaki kişinin kendini suçlu hissetmesi ve istediğimiz gibi davranması için farkında olmadan ona psikolojik baskı uygularız.

Reklam

          Peki, öfkenin nedeni başkaları bize yaptığı “haksız” davranışlar değilse nedir? Rosenberg’e göre, başkalarında hata bularak ve onları yargılayarak öfkemizi meşrulaştırırız. Bu bir nevi tanrı rolü oynamaktır ve karşımızdakini yaptığı davranıştan dolayı cezalandırma isteğinden kaynaklanır.

Öfke: Karşılanmayan İhtiyaçlarımızı Haber Veren Bir Elçi

          Öfkemizi anlamak için Rosenberg’in önerisi başkalarının davranışlarından ziyade kendi duygu ve ihtiyaçlarımıza odaklanmak. Öfke duygusunun nedenini anlamak için hangi ihtiyacımızın karşılanmadığını mercek altına almamız gerekir.  O ihtiyaca kulak verdiğimizde öfkenin arka planında başka duyguların yattığını fark ederiz. Sonuçta o duygu ve ihtiyaçlara odaklanmak öfkemizi daha anlamlı ve işlevsel hale getirecektir.

          Mahkûm örneğine baktığımızda, onun saygı görmeye ihtiyacı olduğunu ve karşılanmadığı için değersizliğe dair üzüntü hissettiğini söyleyebiliriz. Saygı göremediğinde bunu öfke gösterileriyle elde etmek oldukça tanıdık bir tutumdur. Bu ihtiyacın karşılanması için yapılacak en işlevsel hamle olduğunu söylemek ise oldukça zor görünüyor.

          Arkadaşımızın randevuya geç kaldığı bir senaryoda ise onun bizi önemsediğinden emin olmamanın verdiği üzüntüyü yaşarız. Bunu ifade etmek çok zor geldiği için de (çünkü kırılgan görünmekten korkarız) “Sen nasıl beni bu kadar bekletirsin!” diye sevdiğimiz kişiyi cezalandırarak ondan yaptığı hatayı telafi etmesini bekleriz. Böylece onun gözünde yeterince değerli olup olmadığımızı anlama ihtiyacımızı karşılamak isteriz. Genelde suçlanan kişi de savunmaya geçer ve her iki tarafın da birbirinin ihtiyacını anlayamadığı beyhude tartışmalar ortaya çıkar.

          Bu noktada, kendi ihtiyacımıza odaklanmak hem bizim için hem de sevdiklerimiz için en makul yaklaşımdır. Çünkü öfke hissettiğimiz her an, karşılanmayan bir ihtiyacımız için çalan alarm sesidir. Bu nedenle enerjimizi suçlayıcı bir dille ilişkimizi yıpratmak yerine kendi duygusal ihtiyaçlarımızı karşılamaya ayırabiliriz.

Öfke: Karşımızdakini İçten İçe Yargılamanın Bir Sonucu

          Rosenberg kitabında ders aldığı bir anısından bahseder. Bir ıslahevinde çalışırken çocuklar arasında çıkan kavgayı ayırmak ister. Bu esnada burnuna bir dirsek darbesi alır ve çok öfkelenir; az kalsın bir yumrukla karşılık verecektir. Bu çocuk hakkında “şımarık velet” diye bir etiketleme yaptığını fark eder. Bu etiket aslında çok daha öncesinden zihninde şekillenmiştir ve olay sonrası zihninde şu yargı oluşmuştur: “O şımarık veletin bunu yapmaya hakkı yok!”

          Ancak ikinci gün yine benzer bir kavgada burnuna tekrar darbe aldığında o kadar öfkelenmediğini fark etmiştir. Çünkü ikinci çocukla alakalı olumsuz yargılara sahip değildir, hatta ona oldukça üzülüyordur. Bu noktada kendisine yapılan olumsuz davranış aynıyken hatta ikinci gün burnu daha fazla acımışken neden öfke hissetmediğini sorgular. Rosenberg, öfkenin nedeninin olayın kendisinden ziyade karşımızdakiyle alakalı kanaat ve yorumlarımız olduğu sonucuna ulaşır.

          Öfke hissettiğimiz anları bir fırsat olarak görüp kendimizi incelemeye aldığımızda önceliklerimiz bir anda değişir. Artık öfkemizi ortaya çıkaran uyarıcı yerine onun altında yatan daha temel duygu ve düşüncelere odaklanabiliriz. Öfkenin verdiği mesajları çözümlerken kendimizi daha iyi tanır, kabullenir, ihtiyaçları doğrultusunda besler ve büyütürüz.

Boğaziçi Üniversitesi, Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik bölümü mezunuyum (2015). Çok yönlü gelişime ve farklı disiplinlerden beslenmenin önemine inanıyorum. Danışanlarıma ve öğrencilerime destek olurken kendi hayatımda da çokça faydasını gördüğüm Mindfulness temelli yaklaşımları ve Kabul ve Karalılık Terapisi (ACT) ile çalışıyorum. Ergen veya yetişkin yaş grubundaki danışanlarımın sosyal-duygusal mesleki ve eğitsel olarak yeni beceriler kazanmasına destek oluyorum. Online psikolojik danışmanlık ve öğrenci koçluğu desteği almak için bana e-mail adresimden ulaşabilirsiniz: [email protected]