“Bugün hiçbir şey yapasım yok!” söz konusu ertelemek olunca en sık kullandığımız söz. Aslında bu, “mantığa bürüme (akılcılaştırma) ” dediğimiz bir savunma mekanizması. Bizi strese sokan bir durumla karşı karşıya olduğumuzda beynimizin verdiği duygusal tepkiyi anlamlandırma biçimlerinden biri. İçimizde otomatik olarak uyanan zorlayıcı duygulardan kaçmanın gerekçesini böyle ifade ederiz. Peki mantığa bürümenin bir milisaniye öncesinde neler olduğunu anlamaya çalışmaya ne dersiniz? Bilinçli farkındalık erteleme huyumuza çare olabilir mi?

Önce Hisseder, Sonra Düşünürüz

          Beyinle ilgili yapılan son araştırmalar, önce hissedip sonra düşündüğümüze dair güçlü kanıtlar sunuyor. Elbette bu ikisi arasında o kadar kısa bir süre var. Bundan dolayı çoğunlukla düşüncemizin önce geldiğini zannediyoruz. İçimizdeki ruh halini anlamlı bir şekilde açıklayan söylemler üretiyor ve onlara inanıyoruz. Aslında olan ise beynimizdeki “insular korteks” adı verdikleri bölgenin duygusal bir acı karşısında bizi hayatta tutmak için erteleme kararı almasıdır. Beynimiz, “Daha sonra yaparım, bugün modumda değilim” şeklinde bir çözüm üretir. Bilinçli farkındalık tepkisel yaklaşımı boşa çıkarmamızı sağlayabilir.

          Beynimizin tepkisini uyandıran bölgeye biraz daha odaklanalım. Elimizi sıcak bir sobaya değdirdiğimizde uyarılan bölge de insular kortekstir. Dokunduğumuz esnada elimizi çok hızlı bir şekilde çekmemizi sağlayan mesajı bedenimize süratle iletir. Sonuç olarak verdiğimiz tepki, düşünerek aldığımız bir kararın sonucu değildir. Anlık olarak devreye giren hayatta kalma sistemimizin kontrolü ele almasıdır. Nasıl ki o anda düşünce sonradan olayı anlamlı hale getirmek için ortaya çıkıyorsa, neden aynı durum duygusal acılarımız için de var olmasın? Yani, sobaya dokunup çektiğimizde neden çektiğimizi düşüncelerle ifade etmek duygunun daha önce geldiği gerçeğini değiştirmez. “Elim yanmasın diye çektim.” deseniz de gerçek bundan daha ötesidir. Kontrolde olan siz değildiniz, beyniniz bedeninize hükmediyordu.

Reklam

Acıları Kabullenmek ve Büyümek için Bilinçli Farkındalık Teknikleri

  1. Ehlileştirmek için isim ver. Elbette, elimizi sobada daha uzun süre tutmak mümkündür. Bunun için acıya olan toleransınızı defalarca ısıya maruz kalarak yükseltebilirsiniz. Yeterince pratik yaptığınızda, elinizi sobadan aniden çekmek zorunda kalmadığınızı fark edersiniz. Sobadan gelen ısının elimizi yakma hissini tanımlayıp onun üzerimizdeki gücünü yavaş yavaş azaltabiliriz. Aynı şekilde duyusal olarak vücudumuzda hissettiğimiz acıya da bir isim vererek seçimlerimiz üzerindeki etkisini düşürebiliriz. “Bu hissettiğim acı, kaygı, öfke. Zor gelen ve hedeflerim için yapmaya ihtiyacım olan bu iş acı hissi veriyor, fark ediyorum.” Bu bilinçli farkındalık ve kabullenme hali mantığa bürüme ihtimalimizi ertelemek adına ve bize daha çok uyan seçimler yapabilmemiz için alan açar. Bundan hareketle duygusal acılara toleransımızı da yükseltebiliriz. Tıpkı yazmamız gereken bir rapor ya da temizlemek istemediğimiz bir mutfak varken “hiçbir şey yapmak istememenin” verdiği acı gibi.
  2. Duygu ve düşüncelerini nesnel olarak tasvir et. Otomatik olarak gelen zorlayıcı duygulardan en sık karşılaştığımız belki de kaygıdır. Belki yeterince iyi bir iş çıkaramayacağımızla ya da yapmamız gereken bir yığın işi nasıl yetiştireceğimizle ilgili bir endişe hali. Bu durumda bilinçli farkındalık kendi ruh halimize nesnel bir yaklaşım öneriyor. Kaygıya eşlik eden otomatik düşünceleri de fark etmeye ve onaylamaya ihtiyacımız var. Daha sonra o duygu ve düşüncelere isim vererek bir süre daha meraklı bir çocuk gibi gözlemliyoruz. Kendimizi yargılıyor ya da eleştiriyorsak onu da fark ediyoruz. “Şu an kendimi suçladığımı fark ediyorum.” diyerek öz şefkatin gücünü kullanabiliriz. Dikkat ederseniz nesnel ifadelerle yaşadığımız durumu dışarıdan bir gözle tasvir etme dışında bir şey yapmaya gerek yok. Bilinçli farkındalık gücünü tam da buradan alıyor. Duygularımıza yer açıp onları yaşamaya ve kabul etmeye istekli olduğumuzda onları sönümleyecek güce de sahip olabiliriz.
  3. Duyularının dilini keşfet. Duyguların dili duyularımızdan gelir. Bulunduğumuz ortamda etrafa odaklanıp hiç fark etmediğimiz bir şeyi görmek, arka plandaki sesleri dinlemek, önümüzdeki masanın elimizde bıraktığı hissi fark etmek, aldığımız nefesin burnumuzda ferahlık bırakarak karnımızı doldurduğunu gözlemlemek ve kalbimizin atışını duymaya çalışmak gibi duyusal farkındalık etkinlikleriyle tekrardan güvende hissettiğimiz bir alan yaratabiliriz. Böylece o an içerisinde tehdit altında olmadığımızı hatırlarız. Çünkü zihnimiz yapmayı hedeflediğimiz görevlerin yükü altında kendini güvende hissetmez. Böylece bizi hızlı yargısal sonuçlara götürür. Bize “Hiçbir şey yapasım yok!” hikayesini anlatmaya başlar hemen. Çünkü zihnimizin görevi tam da budur: Bizi güvenli alanda tutmak. Bizi evrimsel süreçte hayatta tutacak ve güvende hissettirecek otomatik çözümler üretmeye çalışır. Bunu yaparken de çoğu zaman bizim büyümemizi engeller. Çünkü basit ve ilkel düşünür, kısa vadeli çözümlerden yanadır.

          Bizi hayatta tutma çabasından dolayı zihnimize ne kadar teşekkür etsek azdır. Fakat ertelemek gibi kısa vadeli çözümler, anlık bir güven hissi verse de uzun vadede bizi yolumuzdan alıkoyar. Bu yüzden zihnimizden ibaret olmadığımızı ve ondan çok daha ötesine geçebileceğimizi bilmeye ihtiyacımız var. Değerlerimizle bağlantı kurarak seçim yapma gücüne sahip olduğumuzu hatırlamamız için bilinçli farkındalık bize yardımcı olabilir.

Boğaziçi Üniversitesi, Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik bölümü mezunuyum (2015). Çok yönlü gelişime ve farklı disiplinlerden beslenmenin önemine inanıyorum. Danışanlarıma ve öğrencilerime destek olurken kendi hayatımda da çokça faydasını gördüğüm Mindfulness temelli yaklaşımları ve Kabul ve Karalılık Terapisi (ACT) ile çalışıyorum. Ergen veya yetişkin yaş grubundaki danışanlarımın sosyal-duygusal mesleki ve eğitsel olarak yeni beceriler kazanmasına destek oluyorum. Online psikolojik danışmanlık ve öğrenci koçluğu desteği almak için bana e-mail adresimden ulaşabilirsiniz: [email protected]