Fakülteden hocam Meral Ağır, o zamanlar beni şaşırtan bir tavsiye vermişti derslerden birinde. “İyi bir psikolojik danışman olmak istiyorsanız roman okuyun.” Bir eli romanlarda bir eli kuram kitaplarında kendini çok zaman bölünmüş hissetme hatasına düşen o yaşım için kurtarıcı olmuştu söylediği. Sokaklarda göremeyeceğiniz kadar insan görmeyi, tek bir insanı bir terapi süreci derinliğinde özümseyebilmeyi vurgulamak için söylemişti bunu. Ara ara aklıma gelir vurgusu, bu seferki hatırlamamın kaynağı Irvin Yalom ve Bugünü Yaşama Arzusu adlı kitabı.
Bu kitabında Yalom, terapist Julius’un kanser olduğunu öğrendikten sonra kalan günlerinde sürdürdüğü bir grupla arasında geçenleri ve paralelinde Schopenhauer’un hayat öyküsünü anlatıyor. Psikoloji alanındaki yetkinliği bir yana, sadece bu kitabın kurgusuyla bile Yalom harika bir yazar gözümde. Seneler evvel Schopenhauer’ın bir kitabını elime alıp içinde boğulup geri bırakmıştım. Sonrasında bir iki kitabını okuduysam da bazı fikirlerine çarpılmaktan öte geçip felsefesini anlayamadığımın farkındaydım. Şu an pek çok biyografi ve yorumlama metninin verebileceğinden daha çok özümsemiş olduğuma inanıyorum felsefesini. Çünkü Yalom, Schopenhauer’ı sadece fikirler üreten bir kaynak olmaktan çıkarıp insan olarak ele alıyor. Bir yandan da kurguladığı terapi grubunda tartışılan, anılan, yorumlanan biri yaparak açımlıyor. İyi bir felsefe anlatıcısı olmanın yanında, ruh sağlığı uzmanlarına da felsefe terapi odasına nasıl girer göstermiş oluyor.
Yalom psikoloji alanında engin bilgisini her seviyeden muhatabına bir dil değişikliğine gitmeden okuma zevki verecek şekilde aktarma meziyetine sahip bana kalırsa. Kitaplarının sadece ruh sağlığı alanından olanların değil, herkesin elinde olmasından anlayabiliriz bunu. Psikoloji literatürüne uzak olanlar için bilgilendirici olarak yazdığı(nı düşündüğüm) kısımları didaktik bir tonda değil de metne yedirerek ilerliyor. Mesela bu kitabında terapi grubundaki üyeler birbirilerini uyaran ve eğiten diyaloglara girdiklerinde Yalom’un aslında orada okuyucuya parmakla gösterdiği şeyler var. Bir yüzleşme, bir travmanın seneler sonrasına etkisi, tekrarlayan bir döngü, inkar… Ama bunu “X adlı danışan burada direnciyle yüzleşti.” gibi soğuk bir etikete hapseden üslup yerine olay örgüsü içerisinde -kurgu da olsa- insansı bir gerçeklikte sunarak duyguları ve düşünceleri ile bağ kurabilmemize alan açıyor. Tıpkı bir terapistin danışanını semptomlar ve çözülecek bir sorun yumağından öte bağ kurulup anlaşılası bir kimse olarak ele alması gerektiği gibi.
Neden Fakültede Yalom’u Daha Çok Okumuyoruz?
Sıradan okura içgörü, temel psikoloji bilgisi, terapi süreçleri gibi konularda çok şey katarken ruh sağlığı uzmanlarına da uzman tarafında neler olup bittiğini öğretici bir tonda aktarıyor Yalom’un bu kitabı. Hem terapist profesyonelliği, hem de terapist kimliği dışında kendi ruhsallığı olan bir insan olarak Julius ile de empati kurabiliyorsunuz. Bu çabayı ve emeği ne kadar takdir etsem az çünkü ben üniversite yıllarım boyunca eğitilme yöntemimi sorguladım. Bazı üniversitelerin öğrenciyken yaptığınız seansları video kaydına aldırmak, ses kayıtlarının didik didik incelenmesi gibi uygulamalarla sahiden ruh sağlığı uzmanı yetiştirdiğine şahidim ama benim hakkını yiyemeyeceğim bir hocam dışında (Selamlar olsun Müge Akbağ’a) böyle bir şansım olmadı. O yüzden hep hocalarımın sözel olarak anlattıkları teknikleri, ilişki kurma biçimlerini nasıl uygulayacağımı kestirememeyi itiraf ettim kendime. İçerik yansıtma, duygu yansıtma diye uzayıp giden bütün o becerileri çoğu derste basmakalıp ezberlerle tekrarlayıp geçiyoruz ve sonra aynı ders yapısı içerisinde robot gibi tekrara dayanan yansıtmalar yapmamamız gerektiğini duyuyoruz. Şanslıysak güzel birkaç uygulama ile kendimizi deneyip hata yapıyoruz ve az çok kafamızda bir çerçeve çiziliyor. Ama bir gün gerçekten danışman/terapist koltuğuna oturana kadar ne yapacağımızı hiç bilmiyoruz bence, itiraf edelim. Bu sorgulamalardan sonra “keşke şurada bir odada terapilerini yapsalar, biz de izleyebilsek” diye düşündüğümü hatırlıyorum. İşte Julius aldığım eğitimlerin iyi bir uygulayıcısı olarak benim için kesinlikle bir rol model artık. İyi bir terapist nasıl olur, terapistin terapist olmadığı zamanlarda kendiyle ilişkisi nasıldır ve bir danışan olarak terapistim nasıl olmalı gibi soruları cevaplayabilecek güzel bir tahayyül öznesi sağladı bana. Yalom’un -ve benzeri maharette yazan yazarların- kitaplarını derslerde neden didik didik etmiyoruz, anlamakta güçlük çekiyorum.
Instagram Psikologu vs. Anlatıcı Psikolog
Psikoloji anlatıcılığında hikayenin azımsandığını düşünüyorum. Başta dediğim gibi iyi romanlar, güzel yazılmış vaka öyküleri, öyküleştirilen kurgu danışanlar, terapistler, terapiler toplumdaki birçok insana ulaşmanın kolay, ucuz ve uzun vadede etkisi sürebilecek bir yolu. Eğer akademik bir seminer vermiyorsanız, muhatabınız sizin gibi eğitimli ruh sağlığı uzmanları değilse, anlaşılmaz ve karmaşık bir dil kullanmayı bırakmanız daha faydalı olmaz mı? Yalom’un sevilmesinin altındaki temel sebepler, hikâye etme becerisi ve üstenci değil karşısındakinin anlaması için çaba harcayan üslup bence. Bazı alandaşlarımın vasat işler yaptığını gördüğüm için ben de hala “instagram psikoloğu” tabirini kullandığımı itiraf ediyorum fakat sosyal medyada rastladığımız, kaliteli ve etiğe bağlı içerik üreterek giderek daha popüler olan ruh sağlığı uzmanlarının çok sevilmesini ve takip edilmesini sağlayan da bu olabilir. Örneğin, Doğan Cüceloğlu gibi anlatım gücünü kitaplarında çok güzel kullanan uzmanlar da sosyal mecraları topluma hikayeyi ve bilgiyi harmanlayarak ulaştırmak için kullanıyorlar. Ben bu yazıyı websitemde yayınlamak üzere yazıyorum.
Sözün özü, hayat öyküleri eşsizdir, hayat öykülerine öykünen kurgu hikayeler de öyle, ne kadar bir örnek yazımlar olsa da muhakkak eşsizdir. Hikâyeye daha çok yer vererek, insanı ve bir insan olarak kendini anlamaya çalışan insanlar topluluğuna erişmek için dilimizi dikteden değil anlaşmaktan yana çevirelim. Yalom rehberimiz olsun.