Bu yazıda başımdan geçen bir olayın beni araştırmaya sürüklediği bir konudan bahsetmek istiyorum. Geçiş nesnesi… Bu kavramı açıklamadan önce biraz düşünmenizi istiyorum. Bir yetişkin olarak bağ kurduğunuz, yanınızda olmasının size iyi hissettirdiği, hatta neredeyse bir parçanız gibi değerlendirebileceğiniz bir nesneye sahip misiniz?

Cansız nesnelere olan bağlılık, bazı nesnelerle kurduğumuz ve çoğu zaman anlamlandıramadığımız duygusal bağ, bizi yeniden annemizle kurduğumuz ilk ilişkiye ve annemizden ayrışmaya başladığımız ilk zamanlara götürüyor.

Bundan iki ay kadar önce hevesle çıktığım bir yurtdışı seyahatinde, ilk gece anlam vermediğim bir şekilde kaygıya kapıldım. Yattığım yatakta kendimi yabancı hissediyor ve neredeyse kaybolacakmışım gibi korkuyordum. Bulunduğum çevre bana çok yabancı gelmişti, korumasız hatta zarar görmek üzere olan bir çocuk gibi hissediyordum ve bana kendimi, ait hissettiğim şeyleri hatırlatacak tanıdık bir nesneye ihtiyaç duyuyordum. “Keşke sevdiğim birinin tişörtünü alsaydım ya da annemin yüzüğünü taksaydım” diye düşündüğümü hatırlıyorum. O kaygıyı bir türlü anlamlandıramazken bir yandan da bu yabancı ortamın derinde bir şeyleri tetiklediğini  hissedebiliyordum. Uzun süren bir sakinleşme sürecinin ardından tüm seyahatlerimi şöylece bir gözden geçirdim ve birkaç günden uzun kalacağım herhangi bir yere giderken farkında olmadan yıllarca geçiş nesnelerimi yanımda taşıdığımı fark ettim.

Peki ne demek bu geçiş nesnesi?

Reklam

Bir bebek düşünün, bu bebek ilk etapta tüm ihtiyaçlarını annesinden karşılar. Acıkınca ağlar ve meme elde eder. Her acıktığında gelen bu meme sayesinde, bebek memeyi kendi yarattığı ve kontrol edebildiği bir  nesne olarak algılar. Yani memeyi kendine bağlı bir nesne olarak yorumlar. Böylelikle her ağladığında memeyi elde eden bebek bir öznel tümgüçlülük illüzyonu sağlayabilmiş olur.

Öznel tümgüçlülük sırasında bebeğin ihtiyaç duyduğu nesneyi yarattığını ve kontrol edebildiğini düşündüğünü söylerken buna karşılık nesnel gerçeklikte ise bebek arzu edilen nesnenin dış dünyadan olduğunu, kendisinin yaratmadığını ve kontrol edemediğini yani kısaca kendisinden farklı olduğunu fark eder.

Nesnel gerçeklik ise bebeğin sütten kesilmesiyle başlar. Sütten kesme esnasındaki ebeveyn yaklaşımları bir hayli önemli olsa da ben nesnel gerçekliğe geçiş esnasında bebekteki bu ayrılma durumu ve buna karşı geliştirdiği savunmayı ele almak istiyorum.

Öznel tümgüçlülük ile çevrenin nesnel gerçekliği arasında annesinden hem fiziksel hem de psikolojik ayrılmaya karşı bebek savunma olarak bir “geçiş nesnesi “ne bağlanma gerçekleştirir. Bu geçiş nesnesi ilk “ben olmayan” nesnedir. Yani bebek memeyi kendisine ait bir nesne sanırken nesnel gerçeklikle yüzleştiğinde o olmayan ilk nesneye bağlanma savunması gerçekleştirir. Bu nesne bebeğin bağımlı olduğu bir kıyafet, oyuncak ya da bir battaniye de olabilir. Bu nesne bebek tarafından gelen sevgi, nefret ve saldırganlığa karşı dayanır. (Dahası için Winnicott- nesne ilişkileri kuramı)

İşte bebeklikte kurulan bu bağ çocuklukta hatta yetişkinlikte de devam eder. Böylelikle çocukluktan beri uyurken sarıldığımız oyuncak ayımızın büyüsü bozulmuş olur. Genellikle yatma zamanında hissedilen yalnızlık, depresiflik gibi durumlarda bu nesneye duyulan ihtiyaç artar. Çok erken yaşta başlayan spesifik bir nesneye ya da davranış paternine duyulan ihtiyaç, yoksunluk tehdidi ile karşılaşıldığında herhangi bir ileri yaşta yeniden görülebilir.

Velhasıl, bu mini araştırma sonucunda ben her gece sarılıp yattığım o küçük yastığın gizemine erişmiş oldum. Anne göğsünden ayrılan bir bebeğin de bir nesnede güven ve şefkat ihtiyacını karşılayabilmesi gibi. Yabancı hissettiğim ve henüz alışamadığım bir yerdeyken, aidiyet hissettiğim yerden ayrıldığım durumlarda duyduğum kaygı ve paniği bir bebeğin nesnel gerçekliğe geçişindeki o haliyle bağlantılandırabiliyorum. Yaratamadığım ve kontrol edemediğim nesnel gerçeklik dünyasında ben olmayan ancak duygusal bağ kurduğum bir nesneye olan ihtiyacımın artmasını böylelikle anlamlandırabiliyorum. Sevdiğim birinin tişörtü bana ait olmayan ancak bana güvende hissettirebilecek bir kokuyu ya da dokuyu içerebilir, ya da anne yüzüğü anneye ait bir nesne sayesinde annenin gerçek varlığını çağrıştırarak yine güvende olma duygusunu yaşatabilir.

Ve zihnimde şu sorular açığa çıkıyor:

Peki ya geçiş nesnesi olarak bazı insanları tercih edebiliyorsak?

Eğer mümkünse; bu, kontrol etmekte çok zorlanmadığımız ve bize iyi geldiği için zor anımızda yanımızda istediğimiz, hırpalamaktan çekinmediğimiz ilişkileri kapsar mı?

Ya da ayrılık sonrası yara bandı olarak tabir ettiğimiz, duygusal beklentilerimizi karşılayan ve iyileşene kadar yanımızda olmalarına izin verdiğimiz kişiler de bizim için geçiş nesnesi olabilir mi?

Peki, ya sarılıp uyuduğumuz oyuncak ayı yalnızca bir oyuncak ayıysa?

İstanbul Kültür Üniversitesi 17’ mezunu bir psikolojik danışmanım. Her zaman insan ilişkileri, insan davranışları, duyguları ve sebeplerine çok ilgi duydum. Çocukken ebeveynlerimin davranışlarını anlamlandırmaya çalışarak başlayan bu yolculuk, ergenlikte kendimi ve nihayetinde insanı anlama ve anlamlandırmaya vardı. Bu yolda olmayı severken bir yandan yolu paylaşmayı, yolda öğrenmeyi ve bu yolda olabildiğince kalmayı amaçlıyorum.