Biyografi filmlerine daima şüpheyle yaklaşmışımdır. Özellikle, ismini hiç duymadığım bir kişi hakkındaysa, bu filme sıkılacağıma dair bir önyargıyla yaklaşırım. Başkarakterin film içerisinde dünyanın merkezi haline gelmesi, otantik olması gereken film atmosferini silip götürür. Ama bazı biyografi filmleri bu tuzağa düşmez. Bu yazıda bahsedeceğim film de böyle bir film: Başrolünde Tom Hanks’in yer aldığı “The Beautiful Day in the Neighborhood”. Aslında bu filmin başrolleri iki kişi arasında paylaşılıyor. Uzun yıllar çocuklar için televizyon programı yapan Fred Rogers (Tom Hanks) ve gazeteci Lloyd Vogel (Matthew Rhys) arasındaki dostluğu anlatıyor bu film. Babası tarafından küçükken terk edilen Llyod Vogel karısıyla ve yeni doğan çocuğuyla mutlu bir yaşam sürmek istese de baba meselesini aşamadığı için öfke sorunları yakasını bırakmıyor. Baba meselesi öyle bir şekilde bütün karakterine sirayet etmiş olacak ki, gazete yazılarından bile içindeki öfke ve nefret duyguları anlaşılıyor. Fred Rogers’ın röportaj için Vogel’ı seçmesinden anlıyoruz bunu. Fred Rogers, Lloyd’u etkileyip babasıyla sorununu çözmesine yardım etmeyi görev ediniyor. Bu filmi son zamanlarda artan “Baba Meselesi (daddy issue)” filmlerinden ayıran ise, birçok temayı beraberinde işleyecek mesajlar barındırması olabilir. Şimdi, bu mesajları aldığım sahneler üzerinden filmi benim için değerli kılan temalardan bahsedelim.
Fred Rogers uzun yıllardır çocuklara televizyon programı sunan bir kişi. Filmi izleyene kadar kendisini hiç tanımıyordum. Film bittiğinde ise, izlemeden önce de kendinden haberim olmasını dilediğim birisi olduğunu düşündüm. Hele ki çocuklarla çalışan bir eğitimci olarak, ilham alınabilecek biri olduğunu görmüş oldum. Bunu anlamamı sağlayan bir sahnede, çekimde olan Fred Rogers, bir çadırı kurmaya çabalar. Uzun uğraşlar sonucunda ne kadar denese de çadırı kuramayıp vazgeçer ve çekimi izlediğinde böyle yayınlanmasını ister. O sırada, gazeteci Lloyd da röportaj için gelmiştir ve neden çadırı kurmalarına izin vermediğini merak eder. “Çocukların, yetişkinler plan yaptığında bile işlerin bazen umdukları gibi gitmediğini öğrenmeleri lazım” diye cevap verir Rogers.
Bu çağın belki de en büyük çocuk yetiştirme sorununa parmak basıyordu bence: Çocuklara hata yapmanın doğallığını öğretebilmek. Pek çoğumuzun sadece çocukluğunu değil, yetişkinliğini de zehir eden hata yapma korkusu ya da mükemmeliyetçilik sorununa anlamlı bir gönderme olduğunu düşünüyorum (Bu konu için bkz. Jessica Lahey – “Hata Yapmama İzin Ver”).
Fred Rogers, 2003 yılında vefat edene kadar, binlerce, belki milyonlarca çocuğa dokunan televizyon programları yapmış oldukça saygın biri. Sadece çocuklarda değil, yetişkinlerde de ciddi bir etki yaratan otantik bir karizması olduğunu daha sonradan izlediğim videolarından da anlayabilirsiniz. Filmde gazeteci Lloyd, Fred’in karısıyla karşılaşıyor ve ona şunu soruyor: “Yaşayan bir azizle evli olmak nasıl bir şey?” Karısı cevap olarak: “O kelimeden hoşlanmıyorum. Eğer onu bir aziz olarak görürsen, yaşama biçimi ulaşılmaz olur. Oysa, o öyle olmak için sürekli çabalıyor, uğraşıyor”.
Yeteneğin öneminin çok abartıldığı toplumsal ve tarihsel bir yapı içerisinde olduğumuz için bu basit gerçeğin çoğu zaman farkında olmadan yaşayıp ölüyoruz. Fakat , ve yeteneğin çabadan bağımsız olarak ortaya çıkacağına inanmayı bırakmakta zorlanmamızın nedenini anlamaya başladım: Galiba böylesi daha işimize geliyor. Yeteneğimiz olmadığını düşündüğümüz şeyler için çabalamayı anlamsız buluyoruz. Bu da bizi uğraşmaktan kurtarıyor. Bir diğer ihtimal de şu: Çabalasaydık zaten yapabileceğimize olan naif inancımız. Yeteneğimiz olmadığını inkâr etmenin bir yolu olarak bu inancı besliyoruz. Hâlbuki yeteneğin, doğuştan var olan bir şey değil ortaya çıkarılıp geliştirilen bir şey olduğunu kavramamız gerekiyor (Bu konu için bkz. Carol Dweck – “Aklını En Doğru Şekilde Kullan”).
Bütün bu ve daha birçok mesajının yanında, bu filme daha çok baba meselesi-çözme teması hâkim. Film boyunca Fred tarafından babasıyla sorununu çözmeye teşvik edilen Lloyd, sonlara doğru bunu yapmak için karısına duygularını açıyor. Duygularını yönetmeyi öğrenmesi gerektiğini ve bunu yapmanın anahtarının babasıyla sorununu çözmek olduğunu fark ediyor. Filmin bittiğinde, Fred Rogers’ın sadece ekran başında ve stüdyoda konuk ettiği çocuklara değil, yetişkinlerin içinde büyüyememiş olan çocuklara da dokunmak istediğini anlıyoruz.