“Bize başkalarının nasıl davranacağını yine biz öğretiriz… Tahammül ettiğimiz her şey başımıza gelmeye devam eder.” (Susan Scott)

Sınır Koymayı Çocuklukta Öğreniriz      

         Komşu teyzenin kucağına gitmek istemeyen bir çocuğun yaşadığı baskıya pek çoğumuz küçüklük zamanlarından aşinadır. “Hadi teyzeye Merhaba de, sevsin seni biraz, ne olacak” diyen bir anne aslında iyi bir niyetle çocuğunu sosyalleştirmek ister. Ancak sınırlar konusunda bu tavır sağlıklı bir hayat dersi vermeyecektir. Bu tavırla çocuğun duygu, düşünce ve isteklerinin yetişkinlere göre önemsiz olduğu mesajı öğretilir. Böylece çocuk, yetişkin dünyasının sosyalleşme taleplerine uyum göstermek zorunda bırakılır. Halbuki, çocuk ne zaman hazır hissederse kiminle ne kadar temas kuracağına kendi karar vermelidir. Sınırlarını küçük yaştan itibaren korumayı öğretmek adına bu küçük yaşantılar oldukça öğretici olabilir. Böyle durumlarda çocukların özerkliğine alan açmak ve sınırlarını kendi belirlemesine izin vermek yetişkin hayatındaki ilişkilerini de kolaylaştırır. Ayrıca, çocuklar bu sayede tacizlere ve istenmeyen durumlara “Hayır” demeyi öğrenip kendilerini koruyabilirler. Biz de sınırlar konusunda sorun yaşıyorsak, hatırlayalım ve fark edelim ki, kökenleri çocukluğa dayanıyor.

Sınırlarınız Pazarlık Konusu Olmamalı  

         Diyelim ki, bir ebeveyn olarak çocuğunuza kurabiye verme konusunda cevabınız “Hayır”. Bu noktada sınırınız netse çocuğunuzun sizinle pazarlık yapması veya tartışıp sizi ikna etmeye çalışması bir şeylerin yanlış gittiğini gösterir. Tartışmayı sürdürdüğünüz müddetçe çocuğunuzda ikna etme umudu devam edecektir. Halbuki bir sınır ya var ya da yoktur. Tartışmaya açık olan herhangi bir mevzuda zaten çocuğunuzun fikir ve argümanlarını önden dinlemeyi talep edersiniz. Bu yüzden uzlaşma ebeveynlikte işleyen bir yöntem değil. Özellikle mesleki bir deformasyon olarak avukat ebeveynler bu tuzağa sıklıkla düşebiliyorlar.

Reklam

         Elbette sadece çocuklarımızla değil, sınırlarımızı kabul etmek istemeyen aile üyeleri ve iş arkadaşlarıyla da karşılaşabiliriz. Bu durumda sınırlarımızın kişiden, durumdan, olaydan bağımsız bir şekilde önceden belirlenmesi gerekebilir. Sınırlarınızı esnetmeniz için çeşitli psikolojik baskılara maruz kalmak işten bile değildir. En basitinden içki kullanmayan biri olarak ısrarla içki ısmarlamak isteyen bir arkadaşınız sizi ikna etmek için çeşitli yöntemler kullanabilir. Bu noktada, sınırlarınız gerçekten netse beden dilinize kadar bunu karşı tarafa hissettirebilir ve tartışmak için tahrik edici hamlelere düşmekten kendinizi koruyabilirsiniz.

Sınırlar ve Çatışmalar Sağlıklı İlişkiye İşarettir

         Evliliklerde asıl sorun kavga etmek değil, çatışmadan kaçmaktır. Yeni evli olan insanlarla beraber yapılan bir çalışmada araştırmacılar, başlarda nadiren kavga eden çiftlerin evliliklerinden tatmin olduğunu görüyorlar. Ancak üç yıl sonra bu çiftleri tekrar incelediklerinde boşanma evresinde oldukları tespit ediliyor. Yani başta çok süt liman görünen bir ilişki aslında çatışmalardan kaçıldığı anlamına gelebilir. Yapılan başka bir araştırmaya göre de, otuz beş yılın sonunda mutlu evlilikleri devam ettirmeyi başaran çiftlerin tutkulu atışmaları sürdürdükleri gözlemleniyor.

         Çatışmanın olmadığı ilişkiden şüphe duymak gerekir. Çünkü başlarda çiftlerden en az biri sadece diğerini memnun etmek için istemediği şeylere tahammül ediyor olabilir. Sınırları baştan çizmek, ilişkinin devamlılığı açısından esaslı bir yol haritası çıkarmaya yardımcı olur. Ancak bazen kaybetme korkusu ve kendini beğendirme çabasıyla kendimizle bağımızı kaybederiz. Sınırların fazla esnetilmesi başta çatışmasız görünen ilişkileri beraberinde getirir. Ancak bu bir aldatmacadan ibaret olabilir. Çatışmaların sürmesi sınırların sürekli olarak gündemde tutulduğunu gösterir. Bu da mutlu ve uzun süren ilişkilerin olmazsa olmazlarından biri.

Sonuç: Gerçek Aidiyet Sınırlarla Beraber Gelişir

         Ait olma ihtiyacını tam olarak karşılamanın öncülü kendini otantik varlığınla kabul etmektir. Öyle ki kendi özümüze ihanet edersek gerçek bir aidiyet duygusu yaşamamız mümkün değil. Bu yüzden, bir gruba/kişiye uyum sağlamakla oraya/ona aidiyet hissetmek arasında dağlar kadar fark var. “Aidiyet, kırılgan ve rahatsız olmayı göze almanın yanı sıra kendimizden ödün vermeden insanlarla nasıl birlikte yaşayabileceğimizi öğrenmeyi gerektiren bir eylemdir.” Çünkü kendimizden ödün vermek yalnızca bizi diğerlerinden değil, kendimizden de koparır. Sınırlar otantik varlığımızın doğal parçalarıdır. bundan dolayı, kabul görmediğimiz kişi ve gruplarla sergilediğimiz uyum çabası genelde özsaygımızı zedelemekten öte bir şey kazandırmaz.

Boğaziçi Üniversitesi, Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik bölümü mezunuyum (2015). Çok yönlü gelişime ve farklı disiplinlerden beslenmenin önemine inanıyorum. Danışanlarıma ve öğrencilerime destek olurken kendi hayatımda da çokça faydasını gördüğüm Mindfulness temelli yaklaşımları ve Kabul ve Karalılık Terapisi (ACT) ile çalışıyorum. Ergen veya yetişkin yaş grubundaki danışanlarımın sosyal-duygusal mesleki ve eğitsel olarak yeni beceriler kazanmasına destek oluyorum. Online psikolojik danışmanlık ve öğrenci koçluğu desteği almak için bana e-mail adresimden ulaşabilirsiniz: [email protected]