Psikoterapist ve yazar Gordon Neufeld hapishanedeki gençlerle yaptığı seanslar sırasında edindiği önemli bir deneyimden bahseder. Terapiler sırasında zaman zaman genç mahkumların kırılganlık göstererek ağladığı anlara şahit olur. Ancak acemilik o ki, ilk başlarda danışanları bu kırılgan halleriyle koğuşlarına öylece geri gönderir. İçerideki dünya ise bu kırılganlığa tahammül göstermekten oldukça uzaktır. Sert kabuklarla sarmalanan diğer genç mahkûmlar bu kırılganlığı terapiden geri dönen danışanın yüz ifadelerinde sezerler. Bunu fırsat bilenler, zayıf olarak gördükleri bu kişiye zorbalık yaparak güçlü görünmek isterler. Bu olumsuz deneyimleri sonraki seanslarda fark eden Neufeld, sonraki seansların bitiminde danışanlarına yüzlerini yıkayıp sertlik maskelerini tekrar takmaları için zaman vermek gerektiğini anlar.

Onay Maskeleriyle Yaşıyoruz

Carl Jung‘dan da bildiğimiz üzere insan kendinde rahatsız olduğu ve kabul edemediği yönleri başkasında fark ettiğinde saldırganlık eğilimi gösterir. Hapishanedeki pek çok kişi de aslında kırılgan taraflarını kabul edemedikleri için başkasında bu tür işaretlere tahammül edemez hale gelirler ve bunu yok etmek için içlerinde karşı konulmaz bir dürtüyle şiddete yönelirler.

Hapishanedeki bu yaşantının daha yumuşak bir versiyonundan hemen her gün biz de geçiyoruz. Belki fiziksel şiddete maruz kalmıyoruz ama kendimizi olduğumuz yönleriyle kırılganca sergileyemediğimiz de bir gerçek. Hepimizin sosyal hayatlarında taşıdığı maskeleri var. Onları kazara çıkarıp göstermemek için kendimizi tutuyoruz. Hasbelkader güvenip maskeyi çıkarıp otantik yüzümüzü gösterdiğimizde, “Acaba onay görecek miyim, yoksa beni yargılayacaklar mı?” diye kaygı ve şüpheyle boğuşuyoruz. Daha kötüsü bu sorgulamaya kalmadan kendimizi göstermekten kaçınmayı ve rol yapmaya sürdürmeyi daha kolay görüyoruz. Kırılganlıklarımızı değil başkalarına kendimize itiraf etmek bile bedenlerimizde rahatsız edici etkileri bulunan bir kaygı uyandırıyor.

Reklam

Onaylanmanın Ötesine Geçin

Hepimizin zaman zaman aklından geçen bir fantezisi vardır. İnsanların ne düşündüğünü ve bize nasıl davrandıklarını umursamadan yaşamak. Kim böyle bir güce sahip olmak istemez ki? Ancak şu da bir gerçek ki başkalarının düşüncelerini umursamak bizim evrimsel olarak buralara kadar gelebilmemizin başlıca nedenlerinden biri. Zaten başka türlü olsaydı, birbirimizle işbirliği kuramaz, rekabet edemez, temel sevgi ve saygı ihtiyacımızı karşılayamaz ve topluma katkı sağlama motivasyonu edinemezdik. Bu da çok kısa sürede insanlığın yok olması anlamına gelirdi. Çünkü bizi doğada üstün kılan ne bir kanadımız var ne de keskin pençelerimiz. Ancak bebeklikten itibaren birbirimize sosyal olarak bağımlı varlıklarız. Ne kadar bireyleşsek de bu bizim temel gerçeğimiz.

Bu yüzden dışlanmak evrimsel olarak genlerimizde taşıdığımız temel korkulardan biri ve oldukça normal. Nitekim ilkel çağlarda topluluğun dışına atılmak ölümle eş değerdi. Çünkü vahşi doğada tek başınıza hayatta kalamazsınız. Bu yüzden kabul görme ihtiyacıyla başkalarının ne düşündüğünü önemseyen varlıklar olmamız şart. Yine de bugün kimlerin ve hangi grupların görüşlerini ne derece önemseyeceğimizi seçip yönetmek gibi bir alternatifimiz var. Bizi reddeden ve kabul görmediğimiz kişi ve grupların yerine koyabileceğimiz onlarca seçeneğe sahibiz artık. Ancak zihin panikle karar verir ve evrimsel süreçte beraberinde taşıdığı “reddedilme=ölüm” kodunu bize sürekli hatırlatır. Bununla beraber “kabile” dışına atıldığımızda, etkilemek istediğimiz ve olduğumuz gibi kabul görebileceğimiz başka bir “kabileyi” seçme şansına modern zamanların bir artısı olarak bakabiliriz.

Değerlerinizi Ortaya Çıkarın

“Daha iyi insanlar bul ve sorunun çözülsün.” Keşke o kadar kolay olabilseydi, değil mi? Asıl dikkat vermemiz gereken nokta şu ki, başkalarının ne düşündüğünü umursamadan yaşamak istiyorsak, her şeyden çok önem verdiğimiz değerlere sahip olmalıyız. Yaptığımız seçimler başkasına aptalca gelse de kendimize açıklamasını yapabiliyorsak yine de tatmin bir hayat sürebiliriz. Uğruna arkadaşımızı bile kaybetmeyi göze alabileceğimiz hayatımızda birçok şey zaten var. Ödün vermektense yalnız kalmayı tercih edeceğimiz ilkelerimiz de var. Ancak bu ilke ve değerler doğrultusunda yaşayabilmek için zihnimizin “reddedilme=ölüm” mottosundan kendimizi sıyırmaya ihtiyacımız var. Böylece kendimiz üzerine düşünebilir, reddedilme/dışlanma korkusuna rağmen -ki genelde zihnin ürettiği bir yanılsamadan ibarettir, nasıl bir insan olacağımıza karar verebiliriz.

İronik olan şu ki, ne kadar korksak da bu şekilde yaşadığımızda insanların bize olan saygısı daha da artar. Bırakın reddedilmeyi kendi varlığımıza gösterdiğimiz özen diğerlerinde hayranlık bile uyandırabilir. Saygı, sevgi ve onay için çabalamayıp kendimize karşı dürüst olmayı başardığımızda çektiğimiz acı da anlam kazanır. Peki, kendi değerlerinizi nasıl ortaya çıkarabilirsiniz? Bunun için kendinize şu soruyu sorun: “Ne yaparsam yapayım onay göreceğimi bilsem, neler yapmak isterdim, zamanımı ve enerjimi ne uğruna harcardım?” Böylece başkalarını memnun etmek için ne gibi bedeller ödediğinizi fark edip buna değip değmediğini sorgulayabilirsiniz.

Boğaziçi Üniversitesi, Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik bölümü mezunuyum (2015). Çok yönlü gelişime ve farklı disiplinlerden beslenmenin önemine inanıyorum. Danışanlarıma ve öğrencilerime destek olurken kendi hayatımda da çokça faydasını gördüğüm Mindfulness temelli yaklaşımları ve Kabul ve Karalılık Terapisi (ACT) ile çalışıyorum. Ergen veya yetişkin yaş grubundaki danışanlarımın sosyal-duygusal mesleki ve eğitsel olarak yeni beceriler kazanmasına destek oluyorum. Online psikolojik danışmanlık ve öğrenci koçluğu desteği almak için bana e-mail adresimden ulaşabilirsiniz: [email protected]