Pandora, Zeus tarafından yaratılan ilk kadın. Bu yaratımın amacı ise insanlığı cezalandırmak. Prometeus’un ateşi tanrılardan çalmasına öfkelenen Zeus bir kadın yaratır ve eline bir kutu vererek Dünyaya gönderir. Açmaması tembih edilse de elbette merakına yenik düşen Pandora kutuyu açar. Böylece ölüm, hastalık ve birçok kötülük insanlığın başına bela olur. Bütün bu dertlerin sorumlusunun bir kadın olması tarih boyunca kadının bir tehdit olarak algılanması ve ikinci sınıf cinsiyet olarak günah keçisi ilan edilmesini beraberinde getirir. Dolayısıyla toplumsal cinsiyet ve Feminizm kavramlarını bu mitolojik hikaye üzerinden irdelemek gerekiyor.
Pandora’nın hikayesinin aksine Sanayi Devrimiyle beraber kadın iş gücüne duyulan ihtiyaç nedeniyle işler tersine dönmeye başladı. Artık kadınların erkeklerle eşit hak ve özgürlüklere sahip olması için mücadele eden bir düşünce şekli ortaya çıktı: Feminizm. Maalesef hala olumsuz önyargılardan dolayı genelde erkekler hatta pek çok kadın tarafından da dışlanan bir kimlik. Çünkü yukarıdaki hikâyenin devam senaryoları, içinde yetiştiğimiz kültürde kök salmış durumda.
Feminizm Erkekler İçin de Mücadele Eder
Erkeklerin üzerindeki maskülen olma yükü kadınların ön plana çıkmasını tehditkâr hale getirebiliyor. Feminist yazar ve aktivist Chimamanda Ngozi Adichie, erkeklerin de en az kadınlar kadar Feminizme ihtiyacı olduğuna şöyle vurgu yapıyor: “Erkeklere bu zamana kadar yapılan en büyük kötülük onlara sert olmaları gerektiğini hissettirmek –ki bu onların egolarına zayıflatıyor. Bir erkek sert olmaya ne kadar zorlanırsa o kadar zayıf bir egoya sahip oluyor.”
Kadınlar istedikleri iş ve meslek konusunda seçme haklarına sahip olsa da hala onların bazı işler için yeterince iyi olmadığı önyargılarıyla psikolojik baskıyı sürdürüyoruz. Kadın bir politikacının özellikle aldığı kararların “duygusal” gözükmemesi için ekstra çaba sergilemesi gerekiyor. Bir erkeğin daha rasyonel kararlar verebileceğini düşünüyoruz. Bazen rasyonel kavramı duygulardan izole edilmiş anlamına gelse de. Hâlbuki karar almanın, duygu ve rasyonel aklı beraber kullanmayı gerektirdiğini biliyoruz aslında.
Kadınlar eşit olabilmek adına erkeklere benzemeye çalışıyor ister istemez. Belki onlar gibi giyinip onlar gibi konuşma üslubu benimseyerek ciddiye alınma şanslarını artırmak ve kendilerini kanıtlamak istiyorlar. Erkekler ise kendi egemenliklerinin zedelenmesinden endişe duyuyorlar. Öbür yandan kadınlarla erkeklerin her zaman aynı şeylerin peşinde koşmadıklarını da görüyoruz.
Birbirimizden çok farklıyız ama eşit olmak için verilen mücadele bizi gereksiz yere birbirimize benzetiyor. Ancak yapılan bir araştırmaya göre, toplumsal cinsiyet eşitliğinin artmasıyla beraber kadın ve erkeklerin tercihlerinin benzerlik göstermediğini ve hatta giderek farklılaştığını tespit ediyorlar. Yani, kadınlar hak ettikleri güç ve özgürlüğe sahip olduklarında hepimiz doğal süreçlerimizde ilerleyip ve farklılıklarımızla birbirimizi destekleyebiliyoruz.
Sonuç: Kültür ve Toplumsal Cinsiyet
Kültür, toplumsal cinsiyeti yaratan mekanizmanın adıdır. Ama “Kültürün amacı nedir ki? En nihayetinde insanların devamlılığı ve korunması işlevini sağlar.” diyor Adichie. “Kültür insanları oluşturmaz, insanlar kültürü oluşturur.” Önyargılarımıza rağmen feminist olmanın, kadın ve erkeklerin eşit hak ve özgürlüklere sahip olmasını istemek anlamına geldiğini hatırlamak gerekiyor.