Kitap okumakla alakalı temel sorunumuz, üzerinden belli bir süre geçtikten sonra hiç okumamış gibi her şeyin uçup gitmesidir herhalde. Bazı yerler aklımıza kazınıp hiç çıkmaz, bazılarına tekrar dönüp baktığımızda ilk defa okuyormuş hissine kapılırız. Elbette, genel olarak kitaptan genel bir çıkarım ve kazanım elde ederiz. Fakat, çok daha fazlasını hatırlıyor olmayı hepimiz yeğlemez miydik? Yoksa, bu durumu gerçekten bir sorun olarak görüp çözüm için arayışa girmek yerine kendimizi avutmaya devam mı etmeliyiz: “Her ne kadar kitaplar aklımızda kalmasa da onları okuduktan sonra çok farklı bir insana dönüşürüz; kitapların içindekiler yok olsa da izlerinin karakterimizin derinlerine işlediğini hissederiz”. Ya da böyle romantik söylemlerle kendimizi rahatlatmak yerine bu soruna bilimsel bir çözüm üretebilir miyiz?

            Öğrenme bilimiyle alakalı temel noktaları bir eğitim fakültesi mezunu olarak en azından üniversitenin ilk yıllarından itibaren biliyor olmam gerektiğini düşünsem de öyle olmadı. Hem ironik hem de trajiktir ki, keşke daha önce bilseydim dediğim pek çok bilgiyi mezun olduktan sonra öğrendim. Öğrendiğim şeyler bende daha da merak uyandırdı ve bir eğitimci olarak nasıl öğrendiğimiz meselesi temel ilgi alanlarımdan biri haline geldi. Bazı sorular bilimsel olarak da cevap verilebilir hale geldi. Okuduğumuz materyalleri nasıl daha verimli ve etkili şekilde öğrenebiliriz? Şu anda halihazırda uyguladığımız ve alışkanlığımız haline gelen teknikleri sorgulamaya hazır mıyız?

           Yazının başında bahsettiğim kitaplarla alakalı sorunumuzun gündelik hayatta belki çok derin etkileri olmasa da, ders kitaplarını hakkıyla öğrenme zorunluluğumuz olan üniversite yıllarında daha verimli ve etkili şekilde kullanılacak tekniklere ihtiyacımız vardı. Bilmiyorum, belki ben azınlığımdır ve hemen herkes ders çalışmanın yöntemini daha ilkokul yıllarında çözmüştür ama ben pek bilmiyormuşum diyorum şu an. Üniversitede her hafta girdiğimiz derslerden verilen makale ve kitap okumalarını yaparken çok fazla sezgilere bel bağladığımı fark ediyorum. Belli ki, dersleri nasıl daha verimli ve etkili şekilde öğrenebileceğime pek de kafa yormamışım. Dahası belki de bildiğimiz varsayımıyla bunlardan hiç bahsedilmemiş bizlere. Ama şimdi görüyorum ki, meğerse bu işin de bilimi varmış; nasıl öğrendiğimizin bilimi.

Reklam

            Bununla ilgili bir araştırmada (Roediger & Karpicke, 2006), yanlış çalışma yöntemiyle hareket ettiğimizi ve bunun farkına bile hiç varmadığımızı gösteren verilere ulaşılmış. Genelde, okumalarda kullandığımız yöntem, elimizdeki materyali sınava gelene kadar birkaç defa okumaktır. Bu araştırmada tekrar tekrar yapılan okumaların çalışma verimliliği açısından yararının çok az olduğu görülmüş. Peki, biz neden tekrar yapılan okumaları bir alışkanlık olarak sürdürüp faydasız olduğunu fark edemiyoruz? Çünkü tekrar yapılan okumalar, bizi daha akıcı şekilde okumaya ve okuduğumuz her şeyi gerçekten öğrendiğimiz yanılsamasına maruz bırakıyor. Tekrar yapılan okumalarda, zaten bildiğimizi düşündüğümüz şeyleri hızlı hızlı geçiştirerek okumamız da bu yanılgının bir işareti aslında. Tekrar okumalar bizi iyi hissettiriyor ve bir alışkanlık haline geldiği için bize kolay geliyor.

            Peki, tekrar okumanın bir öğrenme yanılsaması olduğunu da nereden çıkardım? Bu teknik neden bir yanılsama olsun ki? Çünkü, paylaşacağım veriler bunu oldukça destekler nitelikte görünüyor. Ayrıca, araştırma tekrar okumaya alternatif bir çalışma tekniği de sunmuş. Aynı zamanda bu tekniğin daha verimli ve etkili olduğunu siz de kabul edeceksiniz. Araştırmada, bir gruba aynı metni dört defa okumaları söyleniyor ve sınav performanslarını 1 ile 7 arasında bir puanlamayla tahmin etmeleri isteniyor. Çok iyi öğrendiklerini düşünüyorlarsa 7 puan, pek de iddialı değillerse 1 puan olarak tahmin edebiliyorlar. Diğer gruba ise yalnız bir kere okuyup aklında kalanları hatırlamaya çalışarak yazmaları şeklinde bir teknik uygulatıyorlar ve onlardan da aynı şekilde kendi performanslarına yönelik bir tahminde bulunmaları isteniyor.

            Tablo bize gösteriyor ki, tekrar okuma grubu ortalama olarak neredeyse tam puan olan 7’ye yakın bir performans tahmini yapmışlar. Fakat ne yazık ki, gerçek sınavda ortalama olarak yalnızca 4 puan alabilmişler. Şimdi, tekrar okuma yönteminin neden bir yanılsama yarattığı daha anlaşılır olmuştur herhalde. İyi haber şu ki, alternatif bir çalışma yöntemimiz var. Bu makaleyi benim gözümde daha bir anlamlı hale getiren şey de bu: Yalnız sorun tespiti yapmayıp alternatif bir çözüm önerisi getirmesi. Hatırlama pratiği yapan grubun tahminlerinden daha iyi bir performans gösterdiklerini tablodan okuyabiliriz; ortalama performans tahminleri 5, ama gerçekte performansları 6 puan olmuş. Hatırlama pratiği, üstbilişsel olarak daha gerçekçi olmamızı beraberinde getiriyor. Yani, neyi ne kadar öğrendiğimiz hakkında daha tutarlı bir görüşe sahip olabiliyoruz.

            Bu araştırmadan öğrendiğim tek şey, uygulaması her ne kadar zor olsa da alternatif bir okuma/ders çalışma yöntemi değil, teste tabi tutulmadığı müddetçe iddialarımızın altının tamamen boş olmalarıdır. Her ne kadar “Ben bu konuyu kavradım, bu beceriyi geliştirdim” diye düşünsek de, test etmediğimiz sürece gerçekten bundan emin olamayız. Çıkarılacak bir ders de sanırım bu: Neleri bildiğin ve neler yapabildiğin konusunda kendini tanımak.

Kaynak